*URAL, Ayhan. (2012). Bilim ve Sanatın Göçü. Cumhuriyet Bilim
ve Teknoloji Dergisi. Sayı:1294l:18.
Varlıkları kimi rahatsız edebilir ki? Çoğaltılarak yaygınlaştırılmalarından
mutluluk duyarız. Biliriz ki; yüzyıllar öncesinden bilim ve sanat takdir
edilmediği yerden göç eder demiştir, heykeline; hekim, bilgin, filozof, şair
yazdığımız büyük İbn-i Sina. Küçük gibi görünen ancak önemli olduğunu
düşündüğümüz bir itiraz kaydı düşeriz yine de bilim ve sanat merkezlerinin
açılmasına.
Sorun, bilim ve sanat merkezi açılmasından rahatsızlık duymak değildir
elbette. Bilim ve sanat merkezini okul olarak gören anlayışadır itirazımız.
Kaygılandırır bizleri, okulların -örgün eğitim örgütlerinin- bilim ve sanatsız
bırakılması. Biliriz ki her toplumda okullardır bilim ve sanatın üretildiği,
öğrenilip öğretildiği ortamlar. Bilimi ve sanatı okuldan çıkarmak, okulu
bireysel ve toplumsal dönüşümün merkezi olmaktan çıkarmaktır aynı zamanda. Son
derece de tehlikeli bir eylemdir bu uygulama.
Bilim ve sanat merkezi adıyla yeni bir yapılanmaya gidilerek okullardaki
bazı öğrencileri bu merkezlerde destekleyen etkinliklerle buluşturmak, apaçık
bir ayrımcılıktır. Bilim sanat merkezlerini, özel öğretim kurumlarına ilişkin
yasal düzenlemelerin kapsamında açmış olmak, kaynaştırma olarak bilinen ve
yaygın kabul gören bir uygulamayı da reddetmek şeklinde yorumlanabilir.
Bu merkezlerde gerçekleştirilen etkinliklerin tamamı okul ortamında
yapılabilecek -yapılan- etkinliklerden oluşmaktadır. Okulun öğretim programı ve
sosyo-kültürel faaliyetleri bilim ve sanat etkinliklerinden oluşturularak, öğrencilerin
tamamına eşitlikçi bir anlayışla sunulur. Okul, öğrencilerin bireysel
farklılıklarını ve ilgilerini destekleyerek, birlikte yaşamanın coşkusunu
bugünden yarına taşır. Geleceğin farklı mesleklerini gerçekleştirecek bireyler,
genel okul ortamında aynı derslik ve masalarda bilim ve sanatın evrenselliğine
tutunarak karşılıklı desteklenirler.
Özellikle temel eğitimin amaçları incelenirse bireyin kendini
gerçekleştirmesi ve uyumuna ilişkin oldukça ayrıntılı hedeflerin yer aldığı
açık bir şekilde görülebilir. Temel eğitimde, bireyin gelişimini bütüncül
olarak destekleyen programlarla, bireysel farklılıklara duyarlı bir öğretim
süreci planlanır ve uygulamaya konulur. Böyle bir programı tamamlayan bireyini
genel olarak; özgürleşme süreci ve özgürlüğü desteklenerek, bilimsel bir dünya
görüşüne ulaşmış, estetik değerlere sahip, erdemli, insan haklarına saygılı,
sosyal ve kültürel gelişimi desteklenen, evrensel değerlere sahip, üretken,
insan, hayvan ve doğa sevgisi gelişmiş, barışçıl tutuma ulaşabileceği kabul
edilebilir.
Bu genel hedef her dönem ve toplumda temel eğitime-okula- yaşamsal bir
anlam yükler. Okul, bu denli önemli hedeflerin gerçekleştirileceği ortam olarak
tasarlanarak eğitim sistemine eklemlendirilmiştir. Okulun genel işlevi,
başlangıçtan günümüze önemli bir değişiklik göstermeden süregelmiştir. Ancak
okulu ele geçiren güçlerin okulu araçsallaştırma girişimleri her dönem ve
koşulda karşımıza çıkan önemli bir sorun olmuştur.
İyi temel eğitim hakkının karşılanması amacıyla tasarlanacak okul, bireyin
akademik gelişimini desteklemekle sınırlı kalmayıp, gelişimsel, duyusal,
sosyal, sanatsal, sportif ve kültürel gelişim alanlarının da desteklendiği bir
ortam olmalıdır. Türkiye’de 1980 sonrası dönemden başlayarak örtülü bir şekilde
benimsenen yarışmacı eğitim anlayışının bir sonucu olarak günümüz okulu hızlı
bir şekilde yapısal ve işlevsel değişime zorlanmıştır. Okula -kamu eğitimine-
yönelik bu baskı, eğitim hakkı, fırsat ve olanak eşitliklerini tehdit ederek,
toplumsal sınıflar arasındaki eşitsizlikleri daha fazla derinleştirmiştir.
Toplumda önemli bir sosyal adaletsizlik yaratan eğitimin özelleştirilmesi
politikalarından vazgeçmek yerine eğitimde yaygınlaştırılan yeni bir ayrımcı
uygulamayla eşitsizlikler arttırılmaktadır. Bu uygulama, bilim ve sanat
merkezleri adıyla gerçekleştirilen faaliyetlerdir. Bilim ve sanatı, genel
okulun içinden çıkararak başka bir örgütlenmeyle ayrımcı ve seçkinci bir alana
taşımak genel okula nasıl yansır, bu uygulama temel eğitimi nasıl etkiler?
Bu sorulara verilecek yanıt konuyu bütün açıklığıyla ortaya koyacaktır.
Bilim ve sanatın üretildiği, geliştirildiği, toplumsal yaşama uyarlandığı yer
olarak tanımlanan okulu, bilim ve sanattan yoksun bir ortama dönüştürmek nasıl
bir sonuç ortaya çıkarır? Okulun işlevinden uzaklaşarak, bilim ve sanat üretip
sunmayan bir yapıya dönüşmesi ne kadar istem görecektir. Bilim ve sanat merkezi
olarak tasarlanan yapının işlev ve işleyişine bakılınca açık olarak
görülecektir ki bu işlev ve işleyiş okulun işlev ve işleyişiyle tamamen
aynıdır.
MEB Bilim ve Sanat Merkezleri Yönergesi’nin 6. ve 7. maddelerinde yer alan
ifadeler, milli eğitim sistemi ve okulların amaçlarının değiştirilmeden
yazılmasıyla oluşturulmuştur.
Olayın daha acıklı tarafıysa ilgili maddelerin girişine üstün yetenekli
çocuklar / öğrenciler ifadesi eklenerek ayrımcılık ve eşitsizliğin perdelenmeye
çalışılmış olmasıdır. Oysa ilgili yönergeyle ulaşılmak istenen her bir hedef,
devletin bütün yurttaşlarına temel insan haklarından doğan eğitim hakkını
kullandırması yükümlülüğünün gereği hiçbir ayrımcılık gözetmeden gerçekleştireceği
görevidir.
Özellikle 1980’li yıllardan başlayarak 2010’lu yıllara kadar süregelen
uygulamalar okulu -kamu eğitimini- büyük ölçüde tehdit etmektedir. İlgili
dönemde okulun uğratıldığı nitelik kaybı, bilim ve sanat merkezlerinin
kurulmasıyla devlet eliyle zirveye ulaştırılmıştır.
Önerimiz, bilim ve sanat merkezlerinin çoğaltılarak yaygınlaştırılmasıdır.
Toplumun tüm kesimlerine yönelik olarak yeniden yapılandırılacak bilim ve sanat
merkezleri, herhangi bir ayrımcı unsura dayalı olmaksızın özellikle örgün
eğitim dışında kalanlara, bilimsel tutum kazandıracak ve temel bilimsel süreç
becerilerinin destekleneceği uygun etkinliklerle zenginleştirilmelidir. Bu
merkezlerde, estetik değer kazandırılarak sanatseverlik tutumu desteklenmeli,
bilim ve sanat alanında üretilen ulusal ve evrensel değerler uyumlaştırılarak
sunulmalıdır.
İKİ GÖZLEM:
bir…
…kentin sosyo-kültürel ve ekonomik gelişmişlik düzeyinin farklı olduğu
semtlerinden, kuruluşları 10-15 yıldan eski bazı ilk ve ortaöğretim okulu.
Hepsinde okulun akademik, sosyal ve kültürel alanlardaki etkinliklere
katılımlarının -takdirname, teşekkür, madalya, kupa, şilt, katılım belgesi,
başarı belgesi, fotoğraf ve anı nesnesinin sergilendiği ortamlar mevcut.
Paylaşım alanlarının ortak özelliği, sergilenen nesnelerin belli bir dönemden
sonraki yıllarda kesilmesi. Somut olarak yarışmacı eğitim anlayışıyla
karşılaşmaktı bu. Yarışmacı eğitim anlayışının öne çıkardığı tek bir alan
vardı, bireysel akademik başarı -yerel ve ulusal merkezi sınavlardan alınan
sonuçlar-. 1980’den sonra okullar hızla bilimsel, sosyal, kültürel, duyusal,
evrensel gelişim alanlarını terk etmiş ve sadece akademik başarıya odaklanarak
sanat, spor, oyun, eğlence, toplumsal duyarlılık alanlarından uzaklaşmakta.
Salonlarını, dersliklerini, bahçelerini kiraya vererek veya satarak gelir
yaratmakla öne çıkarılmışlardı okullar. Sahip olunan kamu kaynaklarını kârlı
-etkili olması gerekirken- kullanma adına yapılan bu uygulamayı üreten ve
savunanlar, okulun -kamu eğitiminin- öğrencilerini de kiraya veren ve/veya
satan bir anlayışa evrilerek, okulu işletmelere örtülü ve aşamalı bir şekilde
terk etmişlerdi -okul ve dershane işletmeciliği-. Merak konusu: Milli Eğitim ve
Maliye Bakanlıkları bu sonucu nasıl değerlendirmişti?
İki…
…yerel yönetimlerce çağdaş yerel yönetim anlayışına dayalı olarak açılan
bilim ve sanat merkezlerinin, çağdışı bir anlayışla -ticarethane şeklinde-
işletilmesine tanıklık. Kapısındaki görevliler bilimi mi toplumdan korumakta,
toplumu mu bilimden korumakta? Bilime ilgi ve merak duyanları randevuyla içine
alan, grupla ziyareti şart koşan, kârhaneye dönüştürülerek işletilen bilim
merkezleri. Sokakta çalıştırılan bir çocuğun, bilim merkezinin önünden geçerken
çocukça ilgisi sonucu merkeze girme düşüncesi gerçekleşebilecek midir?