19 Eylül 2022 Pazartesi

Ticari Okullar Kamulaştırılmalıdır

 URAL, Ayhan. (2019). Ticari Okullar Kamusallaştırılmalıdır. BirGün Gazetesi. 08 Ekim.

https://www.birgun.net/haber/ticari-okullar-kamulastirilmalidir-271680

Yeni kamu yönetimi veya kamu işletmeciliği anlayışı, tarihsel olarak yeniliberal yönelimin dayattığı yaşam biçimiyle gündeme geldi, geniş bir kabul alanı yarattı ve kök saldı. Hızla küçültülen devlet, piyasaya ikame edildi. Dolayısıyla yurttaşın devletle olan ilişkisi piyasaya veya piyasa ilişkisine dönüştürüldü. Bu dönüşüm, toplumsal yaşamın gerçekleşim biçim ve alanlarını da dönüştürdü. Birey ve devlet arasındaki karşılıklı hak, ödev ve sorumluluklar yeniden tanımlandı. Kamu, kamu yararı, kamusal alan, kamusal hizmet gibi kavramların ya içi boşaltıldı ya da tamamen kullanımdan kaldırıldı. Yaklaşık olarak son elli yılda bütün dünyayla eşzamanlı tanıklık ettik bu sürece. Nasıl ikna edildiğimize, rıza gösterdiğimize, dönüştürüldüğümüze, neleri kaybettiğimize örnek olması için Türkiye’de eğitimin piyasalaştırılmasına ilişkin birkaç tespit yapmak yeterli olacaktır.

Ticari okullar kamulaştırılmalıdır

 

Eğitimde Ayrımcılığa Karşı Uluslararası Sözleşmesi; herhangi bir kişi ya da grubu herhangi bir tür ya da düzeyde eğitim görmekten yoksun bırakmayı ve herhangi bir kişi ya da grubu düşük düzeyli bir eğitimle sınırlamayı ayrımcılık olarak tanımlamışken, kısa bir zaman öncesinde dönemin eğitim bakanı okulların yüzde doksanının niteliksiz olduğunu -olacağını- açıklıyordu. Diğer yandan, cumhuriyet -devlet- okullarının iyi eğitim sunabilme olanak ve kapasiteleri kısıtlanarak içleri boşaltılmış, bireyin/toplumun eğitim hakkı eğitim istemi olarak ticari okullara yöneltilmiştir. MEB’in okulların fiziki özellikleri, güvenlik ve hijyen koşulları, öğrenci, derslik ve öğretmen sayıları, okullara ayrılan bütçe oranları, ikili öğretim yapan okul sayıları gibi istatistikleri bu durumu açıklamaya yetecek niteliktedir.

Son dönemde cumhuriyet okullarının bilimsel, lâik, kamusal, demokratik ve bütünsel niteliği yıkıma uğratılarak eğitim ortam ve programları dinselleştirilmiştir. Bu durum, bazı toplum kesimlerini bilimsel ve lâik eğitimi ticari okullarda bulabileceği yanılsamasına sürüklemiştir.

Eğitimin piyasalaştırılması -ticari okullar- ile eğitim bir özgürleşim süreci olmaktan çıkarılmış, meslek -iyi bir meslek- edinmenin aracı haline dönüştürülmüştür. Cumhuriyet okulunun toplumu ortak iyinin etrafında toplama amacı, ticari okulların toplumsalı bireyselle değiştirme vaadi ve çabasıyla tehdit altındadır. Bu tehdit, toplumu büyük bir çözülüşe sürüklemiştir. Cumhuriyet okulunun eşitlikçi niteliği karşısında ticari okulun ayrımcı tutumu; toplumsal sınıflar arasında yeni eşitsizlikler yaratmaktadır. Eğitim hakkı konusunda yaşanan bu eşitsizlik ve adaletsizlikler, kardeşlik duygusunu zayıflatarak toplumsal barışı da bozmuştur. Cumhuriyet okulunun yurttaş anlayışı bireyi özne yaparken; ticari okul, devleti şirketleştirme anlayışından hareketle bireyi nesneleştirmiştir. Cumhuriyet okulu bir demokrasi kültürü üretip yaşatırken, ticari okullar hizmet ettiği sermaye sınıfının beklentisine uygun bir yaşam biçimini destekler niteliktedir.

Bütün dönemlerde cumhuriyet okuluna yöneltilen eleştiri ve saldırı daha çok pedagojik alanda yapılarak eğitimin politik niteliği gizlenmek istenir. Bundan dolayı, cumhuriyet okulu ile ticari okulu pedagojik olarak karşılaştırma tuzağına düşmeden, eğitimin politikleştirilmesinin önündeki engellerin kaldırılması gerekmektedir. Öncelikle eğitim hakkının temel bir insan hakkı olarak tanınması ve bu hakkı korumak için güçlü bir dayanışmanın geliştirilmesi gerekmektedir. Nihai hedef olarak ise ticari okulların kapatılması ve kamulaştırılması için eyleme geçilmelidir. Bu hedefi gerçekleştirmek için gerekli olan toplumsal iradeyi geliştirmek için bütün demokratik yol ve yöntemler kullanılmadır. Cumhuriyet okullarını yaşatma ve geliştirmenin olanaklı olduğunu, bir ütopya olmadığını kabul etmekle atılacaktır ilk adım. Tevhid-i Tedrisat Yasası, Özel Yüksek Okulların Kapatılması Kararının alınması, Küba’daki Eğitimi Kamulaştırma Yasasının çıkartılması ve İngiltere İşçi Partisinin Özel Okulları Kamulaştırma Kararı alması gibi örnekler, ticari okulların kapatılması mücadelesi veren -verecek olan- eğitim hakkı savunucularına ilham vermeye yeter de artar bile.


18 Eylül 2022 Pazar

Eğitimde Tahribat ve Umut

 

Ural, Ayhan. (2022). Eğitimde Tahribat ve Umut. Bilim ve Sosyalizm. Eylül Sayısı. https://bilimvesosyalizm.com/egitimde-tahribat-ve-umut/  

 

Eğitim politikalarını, toplumların uzak hedeflerine ulaşmak için kullandıkları temel bir araç olarak biliriz. Bu bilgiden hareketle de eğitim politikalarının belirlenmesinin, uygulanmasının ve analizinin eğitim politikası biliminin ortaya koymuş olduğu bilimsel bilgi ve yöntemlerle yapılmasını bekleriz. Ancak hiç de umduğumuz gibi yürümez işler. Eğitim politikası biliminin görece yeni bir çalışma alanı olması ve Türkiye’de de tam olarak benimsenmemesini gerekçe gösterip eğitim politikalarının alan dışı ilgisiz/yetersiz kişiler tarafından geliştirilmesine razı oluruz. Çoğu zaman bu durum, eğitim politikalarının açık ve/veya örtülü bir felsefe, ideoloji ve politikanın ürünü olduğunu gerçeğini perdeler ve hiçbir şey yokmuş gibi davranmamıza neden olur. Biz öyle davranmayacağız ve “Hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bir şey oldu!” -ki biz fark ettik- önermesinden hareket edeceğiz. Bu denemeyle son 20 yıllık dönemdeki bazı eğitim politikalarının dayandırıldığı tarihsel, politik, ideolojik ve felsefi arka planı anlamaya çalışıyoruz.

Bu son yirmi yıllık dönemde, eğitin politikalarına öyle köklü müdahaleler oldu ki fark etmemek ne mümkün. Örneğin, eğitim sisteminin yönetim biçimine müdahale, eğitimin piyasalaştırılması, öğretim programlarına müdahale, öğretmenlik mesleğinin dönüştürülmesi gibi uygulamalar ve diğerleri. Hepsi, ayrı ayrı ve uzun uzun ele alınabilecek nitelikte. Belki de ele alınmış, sorgulanmış, çözümlenmiş, tartışılmış, değerlendirilmiştir. Olsun, biz deneyelim yine de küçük bir kısmana değinmiş olalım.

Toplumsal olgu ve olayların belli bir döneme ait olarak tanımlaması ve yorumlanması sorunlu bir yaklaşım olur. Buna özen göstererek, ilgili dönemin eğitim politikalarına yön veren seçtiğimiz bazı uygulamaları, tarihselliği ve ilişkiselliğini göz ardı etmeden çözümlemek gerekir. Her bir uygulamanın 2002 öncesi döneme ait bir oluşum ve gelişim süreci var. Bu bağ ve ilişki göz ardı edilmemeli. Dahası, çözümlemeye tabi tuttuğumuz her bir eğitim politikası uygulamasının genel kamu politikalarıyla ilişkisini de dikkate almalıyız. Bu yaklaşımla ele aldığımızda şu yargıyı rahatlıkla ifade edebiliriz: Dünyada 1980’lerde belirginleşen ve Türkiye’yi de içine alan neoliberal yönelim, iddia ettiği gibi ülkeyi küresel pazara açmış, sosyal devleti küçültmüş, üretim ilişkilerini emek cephesinin aleyhine yeniden düzenlemiş, eğitim politikaları ve eğitim sistemleri üzerinde etkili olmuştur. Ayrıca bu dönem, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin, toplumsal yaşam -politik, ekonomik, sosyal, kültürel- üzerindeki yoğun etkisinin olduğu dönemdi. Şimdi, değerlendirmeye tabi tuttuğumuz eğitim politikalarının böyle bir zemin üzerine inşa edildiğini bilerek, seçtiğimiz uygulamaları kısa kısa ele almaya çalışalım.

Eğitim sisteminin yönetim biçimine müdahale

Türkiye’de, kamu yönetimi sisteminin bütününe egemen olan merkezi yönetim anlayışının uygulandığını biliyoruz. Bu anlayış, ilgili dönemdeki farklı müdahalelerle yerinden yönetim anlayışına dönüştürülmek isteniyor. Dönemin iktidarı yerel yönetim reformu adı altında gündeme getirdiği bir dizi değişiklik ile eğitim sisteminin yönetimi de değiştiriyor. Bütün bu değişiklikler için de kamu yönetiminin etkinleştirilmesi ve demokratikleştirilmesi gerekçe gösteriliyor. Tutturuluyor -benimsettiriliyor- da bu söylem ve değişiklikler. Önemli bir toplumsal destek sağlandığı savlanıyor ve gerekli mevzuat değiştiriliyor. Nedendir bilinmez, ikinci cumhuriyetçisini, liberalini, liberal solcusunu, siyasal ve radikal dincisini, ayrılıkçı ve bölücüsünü uzlaştırıyor bu girişim.

Ancak, beklemedikleri bir gelişme yaşanıyor ve konuya ilişkin yapılan çeşitli yasal düzenlemeler, anayasa mahkemesinin üniter devlet ve idarenin bütünlüğü ilkelerine aykırı bulunarak iptal ediliyor. Doğaldır ki merkezî ve yerinden yönetim sistemlerinin üstünlük ve sınırlıkları mevcuttur ve tartışılabilir. Ancak, bu karşılaştırma ve tartışmaları, durumsallık ve/veya koşul bağımlı yaklaşım gereği yapmalıyız. Anayasal yargı da tam bunu yaparak değerlendiriyor durumu. Yüksek mahkeme Türkiye özelinde ve o günkü koşullarda, eğitim sisteminin yönetiminin yerelleştirilmesinin yaratacağı sonuçları, devletin varlığını tehdit eder nitelikte değerlendiriyor. Bu yönelimin iptal gerekçelerini ve ilgili dönemdeki tartışmaları ayrıntılı olarak incelendiğimizde, uygulama ile Cumhuriyet’in yaşatılması için yaşamsal önceliği olan ilkelerin yok edilerek devletin/Cumhuriyet’in tehdit edildiği savını, açık bir şekilde görebiliriz. Bu süreci deneyimleyenlerimiz kadar fiilen savunma sürecinde yer alanlarımız da var aramızda diye düşünüyorum ve onlara teşekkürlerimi sunuyorum.

Eğitimin piyasalaştırılması

1980’ler ve 1990’lar, ne çok neoliberal ideolojinin tahakkümünü yaşadığımız yıllardı. Bu dönemde, Dünya Ticaret Örgütü, birçok hizmet alanıyla birlikte eğitimi de Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması’nın içerisine sokuyordu. Böylece eğitim hizmetleri -eğitim alanı- de piyasaya eklemlenmesi için herhangi bir engel kalmamıştı. Eğitimin piyasalaştırılmasının yolunu açan bu antlaşmaların eğitim politikalarına yansıtılması, aynı yıllarda Türkiye’de de gözlemleniyordu. Ancak, 2000’li yıllarda bunun çok daha etkili ve sistematik bir şekilde uygulandığını gördük. İlgili dönemde devletin, bireyin ve toplumun eğitim gereksinimini karşılama görev ve sorumluluğu terk ediliyor, eğitim hak olmaktan çıkarılıyor ve hızla metalaştırılıyordu. Eğitim piyasa mekanizmasına terk edilerek, girişimcilere -sermayeye- yeni bir ekonomik alan yaratılıyordu.

Büyük bir emek sömürüsü gerçekleşiyordu bu yeni işkolunda. Eğitim emekçileri, güvencesiz ve açlık sınırının altında çalıştırılıyor, öğretmenliğin saygınlığı yerlerde süründürülüyordu. Eşitlik ilkesini tamamen ortadan kaldıran bu uygulama ile toplumsal sınıflar arasındaki eşitsizlikler daha da derinleşiyordu. 2002-2022 döneminde farklı biçimlerde uygulanan eğitimin ticarileştirilmesi ve eğitimin özelleştirilmesi politikalarıyla Türkiye’de de kapitalist eğitimin, toplumsal sınıflar arasındaki eşitsizliği yeniden üretme ve sürdürme işlevi yoğun bir şekilde hissediliyordu. Eğitimin, meritokratik -liyakatı temel alan yönetim- bir anlayışla tanımlanması sonucu, özgürleşme/özgürleştirme işlevi, piyasanın gereksinim duyduğu becerileri kazanma/kazandırma -meslek edinme- işlevine dönüştürülerek alt toplumsal sınıf için tek seçenek olarak dayatılıyordu. Toplumcu eğitim anlayışının, dayanışma, bölüşüm, paylaşım, iş birliği gibi temel değerleri, yerini eğitimin piyasalaştırılmasıyla bireysel gelişim, kariyer, başarı, rekabet, hazcılık, bencillik gibi değerlere bırakıyordu. Küreselleşmeye koşut geliştirilen eğitimin piyasalaştırılmasına, çevre ülkelerden merkez ülkelere kaynak aktarma işlevi yüklenmiş ve ne yazık ki başarılmıştı. Söz konusu dönemde türeyen ve sistemin merkezine oturtulan ticari okullara -özel okul- merkezi bütçeden kaynak aktarılmasıyla devlet okulları görece zayıflatılmış ve toplumsal sınıflar arasındaki mevcut eşitsizlikler artırılmıştı.

Öğretim programlarına müdahale

Öğretim programını, eğitim sisteminin önemli bileşenlerinden biri olarak kabul ediyoruz. Öğretim programı ile kime, neyi, niçin, nasıl, nerede, ne zaman, kimler aracılığı ile öğreteceğimiz gibi yaşamsal konuları kapsayan bir planlama yaparız. Bu ve benzeri soruları yanıtlayarak sürece ilişkin bir karara varırız. Bu sürecin, nasıl bir insan yetiştirileceği tartışmasının merkezinde yer aldığını da biliriz. Yine biliriz ki; eğitim kurumunun toplumla olan ilişkisi veya eğitimin toplumu etkileyişi ve/veya toplumdan etkilenişi, öğretim programını eğitim sistemi içiresinde önemli kılar.

Öğretim programını kontrol etmek -yönetmek-, eğitim sistemini kontrol etmek anlamına gelir. Bu genel ve yalın bilgi, bütün iktidarlar için eğitim sistemine müdahalelerine dayanak oluşturur. Öğretim programı, “Nasıl bir insan, nasıl bir toplum?” soru ve yanıtları ile iktidarların eğitim sistemiyle de sınırlı olmayan toplum tasarımlarını somutlaştırır. Öğretim programlarının oluşturulma, geliştirilme, değiştirilme ve dönüştürülmesi, özünde karmaşık, zor ve sorunlu bir süreçtir. Bu süreci, bilimsel ve demokratik bir anlayışa dayandıran toplumlarda süreç görece sorunsuz işler. Tersi bir anlayışa sahip yönetimlerde ise sürecin sorunlu gerçekleştirilmesi kadar istismarı da söz konusu olabilmektedir.

Türkiye, öğretim programları alanında önemli sayılabilecek bilimsel bir deneyim ve birikime sahip bir ülke. Ancak, ilgili dönemde gerçekleştirilen değişiklikler daha çok politik aktörlerin bilim dışı müdahalelerine terk edildiğini görebiliyoruz. Böylece, Türkiye’yi çağdaşlaşma yürüyüşünden uzaklaştırma hedefi, maalesef başarılmış oluyor. 2002-2022 döneminde farklı şekillerde gerçekleştirilen ve özellikle temel eğitimin öğretim programlanın değiştirilmesi sürecinde, merkez ülkelerin istem ve dayatmaları da etkili oluyor. Bu gerçek, maalesef politik, entelektüel ve akademik çevrelerde birkaç istisnası dışında tartışılmıyor bile.

İlgili dönemdeki program değişiklikleri özelinde yapılan çok sayıda akademik çalışmanın hiçbiri, konuyu eleştirel politika analizi yöntemiyle ele almıyor. Olgunun politik, ideolojik ve felsefi arka planına bakılmıyor. Oysa konu, Türkiye eğitim sistemine açık bir müdahale olmanın ötesinde, toplum tasarımını -toplumun geleceğini- etkileyen güçlü bir neden olarak değerlendirilmeli, bütün kesimlerce/taraflarca ortak geleceğe müdahale olarak görülmeli ve tartışılmalıydı. Ne yazık ki neoliberal ideolojinin küreselleşme/küreselleştirme projesinin sonucu olarak, merkez ülkelerin -ve onların kurduğu uluslararası iş birliği örgütlerinin-, çevre ülkelerin eğitim sistemlerine müdahalesi, Türkiye’deki politik, entelektüel ve akademik iş birlikçilerince bulunmaz fırsat olarak değerlendiriliyor. Hiçbir sorun yokmuş, hiçbir şey olmamış gibi davranabiliyorlar. İlgili dönemdeki, öğretim programlarının dönüştürülmesinin ideolojik dayanağı, döneme damgasını vuran neolibealizm, neomuhafazakârlık ve neofaşizmin bireşimi olan bir ideoloji. Bunu görmek, tanımlamak bir maharet değil, bunu önlemek, engellemek, toplumcu bir ideolojiyi hâkim kılmak bütün mesele. İlgili dönemde öğretim programlarına ilişkin yapılan düzenlemeler ile temel yaşam becerilerinin desteklenmesini esas alan temel eğitimin -k12- öğretim programları, meslek yönelimli ve dinsel yönelimli bir anlayışla düzenlenerek, öğretim programının görece bilimsel, lâik, özgürlükçü, toplumcu, demokratik, eşitlikçi, sosyal, kültürel niteliği zayıflatılmış, hatta yok edilmiştir.

Sonuç

Türkiye’nin kuruluş sürecine baktığımızda öne çıkarılan çağdaşlaşma yöneliminin ve bu yönelimden üretilen devrimlerin, eğitim ile güçlü bir ilişkisi olduğunu görebiliyoruz. Bu süreçte, ulusal eğitim politikalarının belirlenmesi ve uygulanmasında eğitimin evrensel ilkelerinden ve eğitim uzmanlarından yararlanıldığını da biliyoruz. Cumhuriyetin ilk yıllarında, insanlığın ortak üretimi olan çağdaş yaşamın, bütün yurttaşlara sunulması gayretiyle eğitim politikaları geliştirildiğine ve uygulandığına tanık oluyoruz. Ancak bu çaba değişik nedenlere bağlı olarak günümüze kadar getirilememiştir. Özellikle 1940’ların sonuna doğru genç cumhuriyetin toplumsal politikalarına yönelen dış müdahaleler, eğitim politikalarına da yansıyor ve etkili oluyor. Amerika, yenidünya düzenin olarak tanımlanan bu süreçte baskın bir rol üstleniyor ve çevre ülkelere örtülü müdahalelerde bulunabiliyor. Yakın bir geçmişte, emperyalizme karşı örnek bir mücadele ve tam bağımsızlık ülküsü ile kurulan Türkiye de bu etki alanında kalıyor maalesef.

1940’lı yılların sonuna kadarki eğitim politikalarını, millî eğitim, bilimsel eğitim, lâik eğitim, demokratik eğitim ilkelerine dayandıran Türkiye, yeniden kapitalist ideolojinin emperyalist müdahalesine maruz kalarak bu ilkelerden hızla uzaklaştırılıyor. Önemli bir mücadele alanına dönüşen bu süreç 2000’li yıllara değin inişli çıkışlı bir seyir izliyor. Bu dönemde Avrupa Birliği yeni bir aktör olarak sürece dahil oluyor ve uygunlaştırdığı/uyumlaştırdığı işbirlikçileriyle Türkiye’nin eğitim sistemi üzerinde söz sahibi oluyor. Türkiye’nin bu tehlikeli sarmaldan çıkışı için güvenceli bir eğitim hakkını, ulusal, bilimsel, lâik, demokratik bir eğitim sistemini yeniden kurarak yaşatacak toplumcu eğitim politikalarına gereksinimiz var. Bu gereksinimimizin karşılanması için hepimizin -bütün yurttaşların- politik, entelektüel ve akademik katkı ve destek sunmamız gerekiyor. Ancak bu yolla, bütün yurttaşların, geçmişe, bugüne ve geleceğe cesaretle bakmalarını destekleyecek bir eğitim sistemine ulaşma olanağınız doğabilir. Ayrımcılıktan, eşitsizlikten, korkudan, tehditten, baskıdan, şiddetten arındırılmış bir yaşam, etkili eğitim politikaları ile kurulabilecektir. Eşitlik, özgürlük ve kardeşliğin egemen olduğu bir toplumu/dünyayı kurabiliriz, inanıyorum. Dayanışmayla.

 

Ayhan Ural, urala@gazi.edu.tr

Ankara, Ağustos 2022

 

Okul Sistemleri ve Okulların Kademelendirilmesi Üzerine Düşünceler

* Ural, Ayhan (2023). Okul Sistemleri ve Okulların Kademelendirilmesi Üzerine Düşünceler. Eleştirel Pedagoji Dergisi. Sayı: 74 . http://www....