24 Ağustos 2021 Salı

Bütün Danslar Devrimcidir

 *Ural, Ayhan. (2021). Bütün Danslar Devrimcidir. Mektepligazete Bülten Tebeşir. 16(5). https://mektepligazete.com/public/file/bulten/mektepli-bulten_sayi16.pdf

Bütün Danslar Devrimcidir

Toplumsal değişim ve değişime direnç üzerine yapılmış çok beğendiğim Özgürlük Dansı adlı bir film var. Seyredenler vardır -çoktur-, seyretmemiş olanlar da vardır. Filmi anlatmayacağım, bu iki duruma bağlı olarak değil tabi. Herkes izleyebilir, düşünebilir, sorgulayabilir, yorumlayabilir, üzülebilir, umutlanabilir. Ben de öyle yaptım.  Direnişin, aydınlanmanın, dayanışmanın, dönüşümün, yeniden doğuşun duygu ve bilgisine yol alıyorsunuz seyrettiğinizde. Ben de cumhuriyet aydınlanmasının eşsiz örgütlerinden halkevlerinin, halkodalarının serüvenine yol aldım seyrettiğimde. Biraz ayrıntı verebilirim şimdi.

Hepimiz biliyoruz ki; bilinçlenme, varolma, ortaklaşma, özgürleşme gibi birkaç kavram, aydınlanmayı tarif eden filozof ve düşünürlerin uzlaştıkları kavramların başında yer alır. Türk Devriminin önemli örgütleri arasında yer alan halkevleri ve halkodaları bu kavramlarla doğrudan ilgili yapılar olduğunu düşünüyorum. Halkevlerinin kuruluş yasası ve faaliyetleri incelendiğinde bunu açık olarak görebiliyoruz. Örneğin halkevinin faaliyet alanlarını -kol- dikkate aldığımızda bu saptamam somutlaşacaktır. Şöyle genel olarak bakalım, hangi kollar var halkevinin içerisinde.

  • Dil, Edebiyat ve Tarih,
  • Gü­zel Sanatlar,
  • Temsil  -Tiyatro ve Seyirlik Oyunlar-,
  • Spor,
  • Sosyal Yardım,
  • Halkdershaneleri ve Kurslar,
  • Kütüphane ve Yayın,
  • Köycülük,
  • Müze ve Sergiler,

 

Bu kolları ve yapılan eylemleri tek tek veya birlikte, koşul bağımlı bir yaklaşımla değerlendirdiğimizde önemli bir halkeğitimi faaliyeti olduklarını anlayabiliriz.  Eğitimli bir demokratik toplum için -eğitimli demokrasi- buna ne kadar gereksinim duyulduğunu ve önem verildiğini, akademik çalışmalarda görebiliyoruz.

Aydınlanma mücadelesi her koşulda bir dirençle karşılaşıyor. Cumhuriyet aydınlanmasının önemli yapılarından olan halkevleri ve halkodaları, düşünmenin, anlamanın, sorgulamanın, eleştirmenin, tartışmanın, eylemenin, dayanışmanın, üretmenin, bölüşmenin, varolmanın ortam ve alanları olarak tanımlanabilir. Mevcut ekonomik ve kültürel güç ilişkilerinden beslenenleri rahatsız eden, hatta tehdit eden bir yapılanma. Dolayısıyla bu tür yapılara karşı doğal bir karşıtlık gelişebiliyor. Nasıl olmasın, halkevlerinde, halkodalarında bütün yurttaşlar için okuma yazmayı öğrenme olanağı var ki; Okuryazarlık: Sözcükleri ve Dünyayı Okuma kitabının savladığı gibi en tehlikelisi de bu, egemen güçler için. Sözcükleri ve dünyayı okuyabilenleri; eşitliği, özgürlüğü, adaleti, barışı, kardeşliği bilen ve isteyebilenleri; kültürü, sanatı, edebiyatı, sporu, doğayı bilenleri, insanca bir yaşam sürme hakkı için bilinçlenenleri kullanmak, istismar etmek, sömürmek ne kadar olanaklı? Onlar için nerede, ne zaman, ne kadar ve nasıl olurlarsa olsun bütün bu oluşumlar tehlikeli ve yıkıcı. Onlar, bütün bu aydınlanma, devrim ve dönüşümsel eylemlerin karşısında, yaygın bir karşı propaganda ile direnci kitleselleştirerek örgütlemek istiyor. Özellikle muhafazakâr kesimleri, yaşam biçimine, gelenek ve inançlara dönük saldırı yalanıyla kışkırtabiliyorlar. Tarihsel kaynaklar, bu türden hareketlere ilişkin önemli bilgi ve belgeler sunuyor.

Türkiye’nin aydınlanma sürecinin öncü örgütleri halkevleri ve halkodaları ile İrlanda’daki aydınlanma mücadelesini konu edinen Özgürlük Dansı filmini benzeştirmeme neden olan kısa bir öykümsü anlatıyı -anekdotu- ekleyerek bitirmek isterim.

Konu, geçenlerde akrabamız, komşumuz, köylümüz Ali Nail Önal Amca ile gerçekleştirdiğimiz bir sohbette geçiyor. Kendisinden izin alarak paylaşıyorum. Ancak, öncesinde Ali Nail Amcadan kısaca bahsetmek isterim. Her ne kadar, kısa bir anlatıma sığmayan özelliklere sahip olsa da deneyeceğim. Şimdilerde doksanlarında olan Ali Nail Amca güçlü bir hafızaya sahip, bütün deneyimlerini en küçük ayrıntısı ve diyalektiğiyle açıklamayı ve anlatmayı da hem seviyor hem de beceriyor. Köyde o yıllarda birçok gencin devam ettiği hafızlık eğitimine katılmış, bütün yaşantısı boyunca inancının gereklerini yerine getirmeye çalışan dindar bir kişi. Ali Nail Amca, Kore’ye gönderilen askeri birlikte yer almış, Almanya’ya giden ilk dönem işçi kafileleri ile gittiği Avrupa’da uzun yıllar çalışıyor, geziyor, yaşıyor. Türkiye’ye döndüğünde, çocuğuyla birlikte ticaretle iştigal ediyor, komşu köyle birleşilerek kurulan belde belediyesinde politika yapıyor, meclis üyeliği ve başkan vekilliği görevlerinde bulunuyor. Hitabeti güçlü, toplumsal konulara karşı ilgi ve alakası yüksek, etkili bir iletişime sahip. Mahalli ve ulusal düzeyde geniş bir çevresi var. Herhangi bir şekilde iletişim kurmuş olduklarıyla bağı koparmayıp sürdürüyor. Yurtiçi ve yurtdışı gezilere katılmış, kendi çapında dünyayı biliyor, tanımlıyor ve de yorumlayabiliyor Ali Nail Amca.

Her fırsatta uzun uzun sohbetler yaparak, deneyimlerinden yararlanmaya çalışıyorum. Daha önce hiç bahsi geçmeyen bu konuyu konuştuk geçen hafta. Konuşma dönüp dolaşıp, şimdilerde birçok köyde olduğu gibi terkedilmiş bir binaya dönüşen ilkokul binasının yerinde 1940’lı yılların başlarında halkodası yapılmak üzere bina yeri kazılıp, temel atılması olayına yaptığı tanıklığa kadar gelmişti. Daha önce, Türk Devrimi, cumhuriyet kazanımları, eğitim tarihi gibi konularda okuma ve araştırmalar yapmama rağmen nedense böyle bir bilgiye sahip değildim. Doğrusu ilgim de olmamıştı. Ali Nail Amcanın aktardığı bu bilgi beni çok heyecanlandırdı ve olabildiğince irdeleyerek sohbeti sürdürdük. Konuya ilişkin genel bir hoşnutsuzluk ve karşıtlığı da içeren yorumlarını dinlerken kendi yorumumu da oluşturuyordum. 1950’lerin başlarında, kapatıldıkları dönem itibarıyla sayıları beşbine yaklaşan halkevi ve halkodası, bizim köy için de planlanmış, hatta yapımına başlanmış, ancak maalesef bitirilememişti. O yıllarda ülkedeki siyasal dönüşüm, aydınlanma ve cumhuriyet kazanımlarıyla büyük bir hesaplaşma içerisine girmiş ve biz kaybetmişiz. Bunları ifade etmek için Ali Nail Amcanın konuya ilişkin bilgi ve yorumlarını kesmeden ara ara soru sorarak dinlemeye devam ettim. Ancak yakın çevremle ilgili yeni bir gerçeklikle yüzleşmiş ve yeterince üzüntü duyacağım bir tarihsellikle yeni karşılaşmış ve şimdiye kadar neden öğrenmemiş olduğumu sorgulamaktaydım. Halkevi ve halkodasına karşı çıkan iktidarlar aydınlanmamızı, cumhuriyet kazanımlarıyla buluşmamızı uzun bir süre engelleyerek muratlarına ulaşmıştı. Köydeki halkodasının temelleri üzerine inşa edilen ilkokul ancak 1960’ların sonlarında açılabilmiş ve bizler orada okuma yazmayı öğrenmiştik, o okumayla halâ daha sözcükleri ve dünyayı okumaya çalışıyoruz. Hepimiz değil tabi. Ne yazık ki bu günlere kadar canlı tutulan cumhuriyetin okuluna karşı direnç, okulumuzun kuruluş yıllarında ve devamında bizim de deneyimlediğimiz bir karşıtlık olarak yaşatılıyordu. Özellikle cinsiyetçi yaklaşımlarla okula gönderilmeyenler. Ali Nail Amca bu konudaki düşüncelerini, inançlarıyla destekleyip yaşantılarıyla örneklendiriyordu. Karşıtlığını daha çok inanç ve geleneksel yaşamın zarar göreceği konular üzerinden açıklıyordu. Örneğin halkevlerinde kadın ve erkeklerin birlikte dans ettiklerini, gösteri yaptıklarını, eğlendiklerini vurguluyordu. Karşıtlığının anahtar kavramı, bana hiçte şaşırtıcı gelmeyen o devrimci eylem, danstı. Ancak biz o dansı kaçırmıştık. Özgürlük Dansı filmi de gerçek bir yaşam öyküsüne dayandırılarak tam da bu tema üzerine kurulmuş ve çekilmişti.

Yazının girişinde sunduğum halkevinin kuruluşu ve faaliyetleriyle ilgili bilgilerden özetleyerek aktardıklarım oldu Ali Nail Amcaya. Dinledi, biraz kafası karıştı kanımca. Birbirimizi ikna etmek amaçlı değildi sohbetimiz. Tartışmayı ucu açık olarak bıraktık. Hatta bu yazıya ilişkin izin almak için aradığımda da üzerinde konuştuk, bazı tekrarlar ve eklemeler de yaptı konuya ilişkin. Ben ise düşünsel dünyamda, Özgürlük Dansı filmindeki Hill’in Salonuna, oradaki bilinçlenmeye, uyanışa, direnişe, dayanışmaya ve dansa takılıp kalmışım. Aynı zamanda aydınlanmaya, halkodasına o denli yaklaşmışken, cumhuriyet kazanımlarına teğet geçişimizi öğrenmiş ve dansı kaçırdığımıza üzülmeye devam ediyorum. Bir kez daha anlamıştım ki bütün danslar devrimcidir ve ne kadar engellenmek istense de halk isterse o dansı yapar.

16 Temmuz 2021 Cuma

Cumhuriyetin Toplumcu Eğitim Politikası Üzerine

 *Ural, Ayhan. (2021). Cumhuriyetin Toplumcu Eğitim Politikası Üzerine. Mektepligazete Bülten Tebeşir. 15(22). https://mektepligazete.com/public/file/bulten/mektepli-bulten_sayi15.pdf

Cumhuriyetin Toplumcu Eğitim Politikası Üzerine*

Bu yazıda, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş dönemi ve devamında uygulanan eğitim/kültür politikalarının toplumcu niteliğine ilişkin genel bir çözümlemeyi hedeflemekteyim. Ayrıntıya girmeksizin genel bir saptamayla ilgili dönemi kapsayan süreçteki eğitim politikalarının, doğal olarak farklı kuram, felsefe ve ideolojilerin etki alanında belirlenmiş olduğunu söyleyebilirim. Ancak, bu belirleme/belirlenme sürecinin başat özelliği, toplumcu bir yönelimin öne çıkarılmış olmasıdır. Eğitim politikalarına yansıtılan bu toplumcu motif, eğitim sisteminin temel bileşenlerinin biri olan okul seçiminde de demokratik birlik okulu olarak yansımıştır.

Bu kısa girişten sonra, tartışmayı zenginleştirecek somut olgulara yer verebilirim. Çözümlemeye tabi tuttuğumuz dönem, cumhuriyetin kuruluş sürecini de kapsayan 1920’li yılların başları ile 1940’lı yılların sonlarına kadar olan dönem.  İlgili dönemde eğitim, henüz temel bir insan hakkı olarak uluslararası bir bildirgeyle güvence altına alınmamış, eşit yurttaşlık düşüncesinin yaygın bir pratiği oluşmamış. Bu dönem, özgürleşmenin aydınlanma ile gerçekleşme inancı yeni yeni uygulama olanağı bulduğu, demokratik toplum idealinin genel zorluklarının egemen olduğu bir dönem. Birçok başka olumsuzluğu da ekleyebileceğimiz bu koşulların en zorlusu da zaferle sonuçlanmış uzun süreli bir kurtuluş savaşının yoksunluklarının egemen olduğu bir dönem olması. Bütün bu koşullarda benimsenen dönemin eğitim politikalarından birkaçını hatırlatmak isterim.

·         Bağımsızlık mücadelesinin sürdürüldüğü bir sırada eğitim kongresinin toplanması.

·         Kamucu eğitimin ilk kilometre taşlarından olan, eğitimin birleştirilmesine ilişkin düzenleme.

·         Eğitim bakanlığının merkez ve taşra örgütlerinin yapılandırılması.

·         Öğretmen yetiştirme ve istihdamına ilişkin düzenleme.

·         Türk Ocakların yurt sathında yaygınlaştırılması.

·         Alfabe devriminin yapılması.

·         Millet mekteplerinin açılması.

·         Halkevlerinin kurulması.

·         Üniversitenin yeniden açılması.

·         Köy enstitülerinin açılması.

·         Tercüme bürosunun kurulması.

·        

Bunlar ve diğerleri, herbiri cumhuriyet devriminin temel taşları ve taşıyıcı unsurları. Toplumsal yaşamın belirleyicisi bu eğitim ve kültür politikalarının -uygulamaların- ortak özelliği, toplumcu bir felsefi, ideolojik ve kuramsal zemine dayalı olmalarıdır. İlgili döneme ilişkin hangi yönelimi ele alırsak alalım, bu toplumsal motifi açık bir şekilde görebiliriz. Cumhuriyetin kuruluş sürecinin temel yönelimlerinden biri olan toplumsal birlik hedefi,  dönemin eğitim politikalarıyla desteklenmiş ve başarılmıştır. Ancak bu seçim, 1950’li yıllarda terkedilerek kalıcı kılınamamıştır. Bu dönemden sonra benimsenen liberal eğitim politikalarının yaratmış olduğu eşitsizlikler, eğitim alanında yaratılan yeni sorunlarla artarak günümüze kadar gelmiştir.

Bu gün biz eğitimcilere, cumhuriyetin toplumcu eğitim politikalarını üretenleri saygıyla anmak, onların ülkülerini anlamak, mücadelelerini selamlamak ve onlardan ilham almak düşmekte. Demokratik bir toplum için büyük bir dayanışma sergileyen dönemin bilimci, politikacı, bürokrat ve yurttaşlarını örnek alabilmeliyiz. Bugün de demokratik birliğe gereksinimiz aynı şiddette sürmekte. Bütün boyutlarıyla yıkıma uğratılmış toplumsal yapı, yeniliberal eğitim politikalarıyla eğitimi toplumsal yeniden üretim aracı olarak kullanmakta ve toplumsal sınıflar arasındaki eşitsizlikleri derinleştirerek yeniden üretmekte. Bütün bu olumsuzluklardan kurtulmak için yeniden toplumcu eğitim politikalarına dönebilmeliyiz. Bunun için şu temel ilkeler, yol gösterici olacaktır:

  • Eğitimi bir insanlaşma süreci olarak tanımlamak.
  • Eğitimi temel bir insan hakkı olarak kabul etmek.
  • Eğitimi bir özgürleşme pratiği olarak anlamak.
  • Eğitimi kamusal bir hizmet olarak sunmak / istemek.
  • Eğitimi demokratik birlik aracı olarak kullanmak.
  • Eğitimi bilimsel olarak gerçekleştirmek.
  • Eğitimi lâik bir anlayışla örgütlemek.
  • Eğitimi dayanışma, barış ve kardeşlik aracı olarak görmek.

18 Haziran 2021 Cuma

Mango ve Karayemiş Ağaçları / Mango and Karayemiş Trees

*Ural, Ayhan. (2021). Mango ve Karayemiş Ağaçları. Mektepligazete Bülten Tebeşir. 14(27). https://mektepligazete.com/public/file/bulten/mektepli-bulten_sayi14.pdf

Mango ve Karayemiş Ağaçları*

Ayhan Ural,

 urala@gazi.edu.tr

 

Ünlü kitabı Ezilenlerin Pedogisinden tanımıştım ilk defa kendisini. Etkilenmiştim de doğrusu. Ezilenleri, ezenleri, üretim ilişkilerini, korkuyu, sevgiyi, yeniden üretimi, mücadeleyi, özgürleşmeyi öyle etkili anlatmıştı ki eğitimci olarak, diyalektiğe, soyutlamalarıma, yapmak durumunda olduklarıma sağlam zeminler oluşturabilme olanağı bulmuştum. İşaret ettiği, bağlantı kurduğu okumalara da yönelmiş, önemli bir güçlenme sürecine girmiştim. Başlangıçta yalnızdım, rastlantısal tanışmıştım kendisiyle. O’nu tanıyan, bilen bir çevreden uzaktım. Tartışılması gereken birçok yeni konu ve olguyla karşılaşmıştım kitapta. Tabiri caizse dönüp duruyordum o dönemki zihinsel ve fiziksel dünyamda. Köroğluna kucak açmış eşsiz bir doğa ve PhD eğitimimin sürdüğü zamanları yaşıyordum. Yeni keşfettiğim bu alanyazında kendimi de yeniden bulmuş gibiydim.

Birkaç yıl sonra okuduğum yeni kitabı Yüreğin Pedagojisinde, bir mango ağacının gölgesine sığınarak ifade ediyordu düşüncelerini: Bu mango ağacının gölgesine bu kadar inatla girmek ve yalnızlığın doyumunu yaşamak, birlik olma ihtiyacımı vurguluyor. Fiziksel olarak yalnızken, birlikte olmanın gerekliliğini anladığımı kanıtlıyor.

Şimdi o kadar yoğun duyumsuyordum ki hiç görmediğim o mango ağacını. Oysa ne gölgesinde oturmuşluğum, meyvesini yemişliğim vardı, ne de yanından geçmişliğim. O kadar uzaktık ki birbirimize, hiçbir bilgim de yoktu hakkında, ilgim de olmamıştı. Hangi coğrafyalarda, hangi koşullarda, nasıl yetişiyordu, boyu, kökü, gövdesi, dalları, yaprağı, çiçeği, kokusu nasıldı?

Mango ağacını ilk duyduğumda, bildiğimi düşündüğüm bir olgu üzerinden yorum yapabilmiştim sadece. Her ağacın, doğaya özgün bir katkı yaptığını her birinin ayrı bir güzellik kattığını, cömertçe kendini sunduğunu biraz da olsa öğrenebilmiştim çocukluğumun doğasından. Altlarında, gölgelerinde, üzerlerinde, dallarında oturduğum, aralarında mango ağacının olmadığı onlarcasıyla yakından tanıştığım ağaç türleri. Ama içlerinden bir tanesi vardı ki diğerlerinden daha farklı bildiğim, tanıdığım, yaşamımda ayrıcalıklı bir yeri olan.

Başlangıçta yeşil olan, olgunlaşınca siyaha yakın koyu mor bir renk alan, çok az sulu, mayhoş buruk bir tadı olan özel bir meyve ağacıdır bizim için. Hızla yayılıp çok kolay dallanıp budaklanan, kokulu beyaz küçük çiçekler açan, yeşilin en koyusu parlak yapraklarını yaz kış dökmeyen, içlerinde oyunlar oynadığımız, altında oturup söyleyip güldüğümüz, odununu yakıp ısındığımız, türküsünü söyleyip duygulandığımız karayemiş ağacı.

Ne zaman çocukluğumuza bir yolculuk yapsak, onun yanında, altında veya üstünde buluruz kendimizi. Hasretle sarılır, yüreğimizdekileri duyumsar, susarız. Durup dinleriz, düşünüp yenileniriz, anlatır konuşuruz, güleriz, ağlarız, dertleşiriz, güçleniriz gölgesinde. Güneşi, rüzgarı, soğuğu keser, korur bizleri, yapabileceği ne varsa yapar, esirgemez. Bundan dolayı büyük bir sevgi beslerim tanıdığım, bildiğim, yaşadığım karayemiş ağacına. Değişik gerekçelerle ondan uzak kaldığım her zaman da özlemini çekerim. Büyük bir özlem duyarım uzaklaşınca değişik gerekçelerle kendisinden.

Tam da böyle bir dönemde haberdar oldum Paulo Reglus Neves Freire’nin altında oturup Yüreğin Pedagojisini yazdığı o mango ağacından. Derin etkisinde kaldığım o ilk kitabından farklı bir etkiyle karşı karşıyaydım. Anlatı, daha başında zihnimde bir özdeşlik oluşturup karayemiş ağacına olan özlemimi depreştirmişti. Kitabı bitirdiğimdeyse bütünleşmişti artık karayemiş ağacımla Paulo’nun mango ağacı.

Bundan sonra, karayemiş ve mango ağaçları, yüreğimizi, yaşamımızı, bütün varlığımızı gölgelerine  sığdırıbileceğimiz ağaçlar olacaktı benim için. Paulo da böyle yapmış ve bir mango ağacının gölgesine sığdırıp betimlemişti mücadelesini, yaşamını. Bildiğimiz, tanıdığımız Paulo’nun yaşamı da ancak bu denli özel bir mango ağacının gölgesine sığabilecek bir yaşamdı doğrusu. Şöyle özetleyecekti kendini Freire: Ben fizyolojik yaşam sistemi içerisinde bir varlık değilim. Ben dünya içinde, dünyayla birlikte ve diğerleriyle birlikte bir varlığım. Bir şeyler yapan, bilen, ihmal eden, konuşan, korkan, risk alan, düş kuran, aşık olan, sinirlenen ve kendinden geçen bir varlık. Yalnızca bir nesne olmayı reddeden bir varlığım. Teknoloji tarafından biriktirilen karşı çıkılamaz güç önünde, onun bir insan ürünü olduğunu bilerek, baş eğmeyen bir varlığım.

Paulo Freire’nin beni önemli derecede etkileyen bu kitabı, diğer bütün çalışmalarındaki bilim, felsefe, kuram, praksis, politika, ideoloji, mücadele, eleştiri, olanak, diyalog, bilinçlenme, özgürlük, eşitlik, sevgi, umut ve benzeri kavramlara ilişkin düşüncelerini kapsamakta. Paulo, yüreğindeki bütün birikimini özel bir anlam yüklediği o mango ağacının gölgesinde paylaşıyor bizlerle. Benim için bir karayemiş ağacıyla özdeşleşip anlam bulan bu paylaşım, umuyorum ki farklı yüreklerdeki benzer yaşanmışlıklarla başka başka ağaçlarla zenginleşir ve tutkuyu, aşkı, eleştiriyi, özgürlüğü, eşitliği, umudu, sevgiyi, barışı, sevinci, dayanışmayı yeniden üretir.

Ezilenlerin özgürleşimine adadığı yaşamı, Paulo’yu bütün ezilenler için önemli bir ilham kaynağı yapmış ve yapmakta. Politik mücadelesi ve bilimsel çalışmalarının etkisi, bir mango ağacının gölgesine sığmayıp, dünyanın bütün ağaçlarının gölgesine taşabilmekte. O’nu anlamaya çalışmak, yanında yer almak, karşı çıkmak, tartışmak, eleştirmek, aşmak ve birçok başka eylem. İstediğimiz, yapmayı düşündüğümüz, yapmaya çalıştığımız, belki de yaptığımız.

 

*Ural, Ayhan. (2021). Mango and Karayemiş Trees. Mektepligazete Bülten Tebeşir. 14(27). https://mektepligazete.com/public/file/bulten/mektepli-bulten_sayi14.pdf

Mango and Karayemiş Trees*

Ayhan Ural

urala@gazi.edu.tr

 

The first time I met him was by his Pedagogy of the Oppressed. Indeed, I was impressed. His narration of the oppressed and the oppressor, relations of production, fear, love, reproduction, struggle and liberation was so influential that it allowed me, as an educator, to form a solid basis for dialectics, for my abstractions and for what I was to do. I was going through a substantial empowerment process, gravitating towards the readings he pointed out and connected with. In the beginning, I was alone and it was a coincidental encounter. I was far away from the milieu that recognized and knew him. The book had introduced me numerous new issues and phenomena to be discussed. I was, so to speak, spinning around in my intellectual and physical worlds. Those were the times that I continued my PhD education, surrounded by the nature that once embraced Koroghlu. Within this body of literature that I had newly found, I found my own self in a sense.

In another book of him, Pedagogy of the Heart, which I read a few years later, he would manifest his ideas by sheltering under the shadow of a mango tree: Taking such persistent harbor in the shadow of a mango tree and living through the satisfaction of solitude emphasizes my need for solidarity. It proves that I have understood the necessity for standing together while being physically alone.

Now, I could immensely feel the mango tree that I had never seen. Neither had I ever sat under its shadow, eaten any of its fruit nor passed by it. We were so far away and I had not been knowledgeable or curious about it. In which geography, under which circumstances did it grow? What was its height and how were its roots, trunk, branches and boughs, leaves, flowers and scent?

When I first heard of mango trees, I could only speculate over a phenomenon I believed to know. From the nature in my childhood was I, at the least, able to learn that every tree made a genuine contribution to the nature, each one added a distinct beauty and offered itself generously. Species of trees under which and under whose shadows I sat, on which and on whose branches I sat, of which I knew many closely, but among which there was no mango tree. Yet there was one that I recognized and knew distinctively, and had a precedence in my life.

For us it is a special tree, whose fruit is green initially, turning into purplish black color as it grows ripe, a bit juicy, having a sour and acidic taste. The karayemiş tree, expanding quickly and arborising easily, blossoming little sweet-smelling flowers, never losing its greenest shiny leaves in winter or summer, allowing us to play inside and sit underneath chatting and laughing, and whose wood we burned to warm ourselves, whose ballad moved us as we sang.

Whenever we travel back to our childhood, we find ourselves beside, under or upon it. Longingly we embrace the tree, feel what is in our hearts and fall silent. We stop and listen, think and renew, tell and speak, laugh, cry, pour out our grievances and grow stronger in its shadow. Never holding back, it resists the sun, the wind and the cold, protects us and does whatever it can. That is why I have an affection for the karayemiş tree that I have recognized, known and lived through. I miss it whenever I am away for varying reasons. I long for it whenever I go away for varying reasons.

These were the times I became aware of the mango tree under which Paulo Reglus Neves Freire sat and wrote his Pedagogy of the Heart. It had a different impact on me than the first book that had deeply influenced me. Just from the beginning, the narrative had reawakened my longing for the karayemiş tree by creating an analogy in my mind. By the time I finished the book, my karayemiş tree and Paulo’s mango tree had fused together.

Henceforward, karayemiş trees and mango trees would become trees for us under whose shadows we could fit in our hearts, lives and whole beings. So did Paulo and described his struggle and life by fitting them in the shadows of a mango tree. Though, the life of Paulo whom we recognized and knew was a life that could only be fit in the shadow of such a special mango tree. Freire would summarize his own self as follows: I am not a being in the physiological life system. I am a being within the world, with the world and with others. A being who does and knows stuff, ignores, speaks, fears, risks, dreams, falls in love, gets angry and loses himself. I am a being that refuses to be a mere object. Against the unresistible power accumulated by technology, I am an unsubmissive being who knows that it is manmade.

This book of Paulo Freire, which greatly influenced me, comprises his ideas about the concepts of science, philosophy, theory, praxis, politics, ideology, struggle, criticism, opportunity, dialog, awakening, freedom, equality, love, hope and alike in all his other works. Paulo shares the entire reservoir in his heart with us under the shadow of that mango tree to which he attributes a special meaning. This sharing which gains its meaning for me by fusing with a karayemiş tree will hopefully flourish with many other trees through similar life experiences in different hearts and reproduce passion, love, criticism, freedom, equality, hope, affection, peace, joy and solidarity.

His life dedicated to the liberation of the oppressed has made Paulo an outstanding source of inspiration for all the oppressed. The influence of his political struggle and scientific work is capable of outgrowing the shadow of a single mango tree and overflowing towards the shadows of all trees in the world. Understanding him is to take sides with him, to challenge him, to discuss him, to criticize him, to exceed him and many other deeds: That which we wanted, that which we thought of doing, that which we tried to do, that which we might have even done.

 

 

 

 


Okul Sistemleri ve Okulların Kademelendirilmesi Üzerine Düşünceler

* Ural, Ayhan (2023). Okul Sistemleri ve Okulların Kademelendirilmesi Üzerine Düşünceler. Eleştirel Pedagoji Dergisi. Sayı: 74 . http://www....