1 Mayıs 2022 Pazar

Türkiye'de Öğretmen Olmak: Oluş, Savruluş, Çözülüş ve Direniş

 

*Bu metin bazı değişiklik ve kısaltmalar yapılarak, editörlüğü Fatma Mızıkacı ve Guy Senese tarafından yapılan A Language of Freedom and Teacher’s Authority: Case Comparisons from Turkey and the United States adlı kitap**ta yayımlanmıştır.

  **Ural, A. (2017). Being a Teacher in Turkey: Formation, Shift, Disintegration, and Resistance. Edited By Fatma Mızıkacı and Guy Senese. A Language of Freedom and Teacher’s Authority: Case Comparisons from Turkey and the United States. Published by Lexington. Maryland. pp.29-40. 

Bakınız: https://books.google.com.tr/books?id=JzEmDwAAQBAJ&pg=PA36&lpg=PA36&dq=%22ayhan%20ural%22&source=bl &ots=INHhkHiluV&sig=vMC6tE-c18dU2BCrfOTBhzNC7Bw&hl=tr&sa=X&ved=0ahUKEwjbk- rk7KTUAhXQJFAKHeu3D_04PBDoAQghMAA#v=onepage&q=%22ayhan%20ural%22&f=false

 

 TÜRKİYE’DE ÖĞRETMEN OLMAK: Oluş, Savruluş, Çözülüş ve Direniş*

 

Ayhan URAL

Gazi Üniversitesi. Ankara / TÜRKİYE urala@gazi.edu.tr

 

Bu çalışmanın amacı; Türkiye’deki öğretmenlik mesleğinin gelişimini -1920’lerden 2020’lere- öyküsel olarak anlatabilmektir. Öykü, ilgili bütün dönemlere tanıklık etmiş hayal ürünü bir öğretmenin ağzından aktarılmıştır.

 

 Kuruluş Sürecinde Oluş

Elimdeki telgraf beni fazlasıyla heyecanlandırmıştı. Temmuz ayında Ankara’da yapılacak bir toplantıya davet edilmiştim. Emperyalizme karşı yoğun bir bağımsızlık mücadelesi veriyorduk. Cephedeki mücadelenin en yoğun yaşandığı günlerdi ve böyle bir zamanda maarif kongresi yapılacaktı ve ben de bu toplantıya katılacaktım. Düşünsel dünyam karmakarışıktı. Diyalektik çözümlemeler yapıyordum öğretmenliğimin verdiği güçle. Yeni ulus devletlerinin kuruluş yıllarıydı ve doğal olarak eğitim çok önemliydi, bir inşa aracı olabilirdi.

Sabahın erken saatleriydi, telgraf cebimde Ankara Garına ulaşmıştım. Belirtilen adrese ulaştığımda, farklı yerlerden gelmiş onlarca meslektaşımla karşılaştım. Toplantının yapılacağı salona geçtik. 1921 yılı Temmuz ayının 15’i, cepheden kısa bir süreliğine ayrılarak aramıza katılan kurtuluş mücadelemizin öncüsü Mustafa Kemal kürsüden bize, bana ve yanımdakilere sesleniyordu: “…bu toplantıdan ulusa, yeni bir sanat ve bilim göstermek ve yeni kuşağı o yolda yürütmek için önder olmak gibi kutsal bir yararlılık bekliyoruz.” Anlaşılan, mevcut öğretmen rolümüzden farklı bir role evrilmemiz isteniyordu. Bu duruma uyarlanmak bizim için oldukça zor olacaktı, ayrıca uzun da bir zaman gerekecekti. Ancak olağanüstü koşullardaydık, ulusal eğitime duyulan gereksinim oldukça yükselmiş ve vakit de yoktu.

Yeterince güvende olmadığımız gerekçesiyle toplantıyı planlandığı şekliyle tamamlayamadan bitirmiş ve artık geldiğimiz yerlere dönebilme olanaklarına ilişkin konuşmalar yapıyorduk yeni tanıştığımız ve aramızda sosyal bir sözleşme oluşturduğumuz meslektaşlarımızla. Toplum çetin bir bağımsızlık mücadelesinin içindeydi. Bu mücadele, emperyalizmle olduğu kadar, geçmişimiz ve kültürümüzle de ilgiliydi. Geleneksel eğitim, yasal olarak her ne kadar devletin sorumluluğunda görünüyorsa da daha çok dinsel örgütlerce icra edilen çoklu bir nitelik göstermekteydi. Yeni devlet, eğitimin bu dağınık ve kontrolsüz yapısını ortadan kaldırıp birleştirerek, hem uluslaşma sürecini desteklemek hem de yerleştirilmeye çalışılan cumhuriyet ideolojisini toplumsallaştırmak düşüncesindeydi. Eğitime bilimsel, laik ve karma bir nitelik kazandıracak bu düşünce, dinsel eğitimi savunanlarla çetin bir mücadele yapmayı da gerektiriyordu. Yeni devlet, bu mücadeleyi bilimsel ve demokratik bir yaklaşımla sürdürmeyi tercih etmiş ve başlatmıştı.

Dönüş yolunda düşünmeye fırsatım oldu ve uzun uzun düşündüm. Bir öğretmen olarak ben de yaşadığım topluma ve zamana aittim. Üstlendiğim rol, statü, görev ve sorumluluğumun içerik ve biçimi, dönemsel ve toplumsal güç ilişkilerinden bağımsız değildi. Yaşanan bu toplumsal değişim ve dönüşümün öznelerinden birisi olarak ben de bu ideolojik, siyasal ve toplumsal mücadelenin içerisindeydim. Kurulmakta olan devletin öğretmenlerinden biri olarak, düşünce ve eylemlerimi bu yeniden inşa sürecine adamalıydım. Yetersizliğimin, yalnızlığımın, yoksulluğumun da farkındaydım. Ancak sorumluluğumun bilincindeydim. Güçlü bir şekilde geleceğe yürüyorduk. Büyük onur duymuştum. 1923 yılında cumhuriyetin ilanıyla hızlanan modernleşme sürecinin yarattığı büyük dönüşüm, farklı alanlardaki siyasal mücadeleleri de beraberinde getirmişti. Bu mücadele, eğitim alanında da laik ve dinsel ideolojileri karşı karşıya getirmişti. Kurucu kadrolar, eğitim yoluyla bireylere çeşitli rol ve beceriler kazandırılarak toplumsal yeniden yapılanmanın sağlanacağının bilincindeydiler. Yeni kurulan ulus devletin muasır medeniyetler seviyesine ulaşma amacını gerçekleştirecek araçlardan en önemlisi eğitim olarak görülmekteydi. Devlet, eğitimi hem ortak bir kültür yaratma aracı olarak kullanacak, hem de bütün toplum kesimlerini ortak bir bilgi, beceri ve tutum düzeyine taşıyan bir amaçla kullanacaktı. Bu yaklaşım bizleri de doğrudan sürece dâhil etmişti. Yeni eğitim politikalarının oluşturulması ve uygulanması sürecine bilimsel bir bakış açısı hâkimdi. Ülke içinden olduğu kadar ülke dışından da uzman görüşlerine başvuruluyordu.

Açıklama: Açıklama: http://media-2.web.britannica.com/eb-media/23/133723-004-E88B1C47.jpg

1924’te Türkiye’ye Davet Edilen Amerikalı Eğitimci John Dewey (1859-1952).

1924 yılında dünyaca ünlü eğitim filozofu John Dewey’in davet edilmesi bunun en somut örneğiydi. 1924 yılında çıkarılan öğretimin birleştirilmesi yasasıyla bizler de farklı statülerde çalışma durumundan, devletin öğretmeni statüsü kazanıyorduk. Yine bu dönemde yapılan yasal düzenlemelerle öğretmenlik bir meslek olarak tanımlanıyor ve devletin genel hizmetlerinden eğitim ve öğretim görevini üzerine alan ve maarif hizmetlerinde asıl olanın öğretmenlik olduğu hükme bağlanıyordu. Ülkede yaşayan herkes, cumhuriyetin temel kazanımı olarak ulaştığı yurttaş statüsüyle yeni haklara sahipti. Ben de bu süreçte halkın yeni statüsüne ilişkin hak ve ödevlerini öğrenmesinde görev alıyordum. Eşitlik, özgürlük, kardeşlik gibi temel kavramlar o denli uzaktı ki bana, onlara, hepimize; ancak bir o kadar da gerekliydi. Bu yeni konumum büyük bir heyecan yaratmıştı bende. Sınırlı olanaklarla kendimi yenilemeye, yeni rolüme hazırlamaya çalışıyordum. Koşullar gereği salt görevli olduğum okulla sınırlı bir öğretmenlik yapmıyordum, temas ettiğim bütün toplum kesimleri için öğretmendim. Mesai mefhumum yoktu, her zaman ve her koşulda çalışmam gerekiyordu. Buna inanıyor ve gerekli görüyordum. Savaş sonrasının yaraları hızla sarılıyor, herkes elinden gelenin en iyisini ve hepsini yapıyordu. Yapmalıydık, geleceğimizi birlikte kurmak zorundaydık. Toplumun siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik dönüşümü, biz öğretmenlerin yüksek katkısına gereksinim duymaktaydı, bunu görüyor ve inanıyordum. Tutkuyla bağlı olduğum öğretmenliğimi bütün yetkinliğimle icra ediyordum. Özgürleşme pratiğiydi ortak eylemlerimiz, her türlü eğitim çalışmamız. Kâh okuma yazma öğretiyordum kâh hesap kitap, sanat, spor, edebiyat, yaşam bilgisiydi hepsi. Öğreniyordum da, öğretmek öğrenmekti aynı zamanda. Yaşam biçimine dönüşmüştü öğretmenliğim, bunu istemiştim biliyorum. Zor yıllardı o dönemimiz. Yoksulduk, yalnızdık belki ama umutluyduk, inanıyorduk, yapacaktık ve yapıyorduk. Cumhuriyeti yeni kurmuş ve onun gerektirdiği adımları atıyorduk. 1928’de yaptığımız harf devrimi1 ile yeniden başlamış gibiydim öğretmenliğe.


1 Arap harfleri esaslı alfabenin yerine, Latin harflerini esas alan Türk Alfabesinin kullanılmasına geçiş kararı.


Açıklama: Açıklama: Açıklama: ATAT%25C3%259CRK+egitim+k%25C3%25BClt%25C3%25BCr+%252821%2529

 

Türkiye Cumhuriyet’inin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk (1881-1938), Latin Alfabesini Öğretiyor.

 

Sahip olduğumuz coğrafyanın zorlukları, nüfusumuzun yerleşim durumu, kültürel farklılıklar, toplumsal sınıfların hegemonya arayışları işimizi zorlaştırmaktaydı. Koşulların gerektirdiği uyarlanmalarla öğretmenliğimizi sürdürüyorduk. Okullarda görev yapmanın yanında yeri geldiğinde Türk Ocakları2, Millet Mektepleri3, Halkevleri4 gibi dönemin toplumsal değişim ve dönüşüm örgütlerinde de görev yapıyorduk. Aydınlanmayı bir mitoloji haline getirmeden somutlama ve yaşamın bütün alanlarında üretme işiydi işimiz. Yürütülen örgün ve yaygın eğitim faaliyetleriyle ülke adeta büyük bir okula dönüşmüştü.

 

 

 

Açıklama: Açıklama: C:\Users\Asus\Downloads\image (1).png

Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün Tabelasını İnşa Eden Öğrenciler.


2 1912-1931 yılları arasında faaliyet göstermiş ve şube sayısı 300’e yaklaşan bir kültür derneği. Detaylı bilgi için bakınız: Üstel, Füsun. Türk Ocakları: 1912-1931, İletişim Yayınları, İstanbul, 1997.

 

3 1928 yılında yeni harflerin kabulünden sonra halkı okur-yazar kılmak amacıyla gerçekleşen eğitim seferberliği için kurulmuş dört ay süreli eğitim veren halk eğitimi kurumları.

 

4 1932-1951 yılları arasında faaliyet göstermiş ve sayıları 500’e yaklaşmış bünyesinde, dil-edebiyat, güzel sanatlar, tiyatro, spor, sosyal yardım, halk dershaneleri- kurslar, kütüphane-yayın, köycülük, tarih-müze bölümlerini barındıran siyasal, sosyal ve kültürel merkezler. Detaylı bilgi için bakınız: Çeçen, Anıl. Atatürk’ün Kültür Kurumu Halkevleri, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2000.


1940’ta Köy Enstitüleri5nin kurulmasıyla da köy gerçeğine uygun öğretmenler olarak yetiştirildik ve çalıştık. Özgün bir deneyimdi enstitüler. Bütün zorluklarına rağmen, okulu yaşamla bütünleştirdiğimiz bir süreç yaşadık köylerde, kasabalarda. Bütün dinginliğiyle yaşama dokunmak, gözlemlemek ve yaşamak olmuştu köy öğretmenliğimdeki süreç. Bilimi, doğasından kaynaklanan karmaşıklığından olabildiğince basite indirgeyerek yalın yaşamlarla buluşturmak, sonuçlarını görmek, öğretmenliğimden yüksek düzeyde haz duyduğum dönemlerimdi. Doğanın güçlü bir öğretici olduğuna daha çok tanıklık etme olanağım olmuştu. Doğal yaşam yeterince öğretiyor ve okuldaki işimi kolaylaştırıyordu. Okulun ve her düzeydeki eğitimin temel amacı olan, insanın doğal ve sosyal yaşam alanına uyum sağlayabileceği temel yaşam becerilerini desteklemek ve geliştirmek biz öğretmenler için hiç de zor olmuyordu. Bizim için köyü ve köylüyü dönüştürmek, sosyal mobiliteyi hızlandırmak, cumhuriyetin çağdaşlaşma ülküsüne önemli bir katkıydı. Yüksek düzeyde bir özgüvene sahiptim. Bunu nasıl gerçekleştirebilmiştim? Çeyrek yüzyıllık cumhuriyetin ürettiği bir öğretmendim ve cumhuriyetin eğitim politika ve uygulamalarıyla önemli bir deneyim kazanmıştım. Öğrenmiş, inanmış ve deneyimlemiştim, ideoloji olarak cumhuriyet, biz öğretmenlere gereksinim duymaktaydı. Cumhuriyeti kuranlar, bize inanmış ve güvenmekteydi. Cumhuriyetin sahipleri de bize inanmış ve güveniyordu. Bunu öğretmenliğimin her aşamasında duyumsuyordum.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, öğretmenler birliği olarak yaptığımız bir toplantıda konuşan kurucu cumhurbaşkanının; “…cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister” şeklindeki sözleri, öğretmene yönelen bir motivasyon söyleminden öte açık bir güven, beklenti ve saygı ifadesiydi. Bir arkadaşımızın çalıştığı ilin valisiyle yaşamış olduğu sorunda cumhurbaşkanının öğretmenden yana olan tavrını duyduğumda bunu daha iyi anlayabilmiş ve büyük bir onur duymuştum. Doğrusu kuruluş dönemi öğretmenliğime ilişkin çok sayıda saygınlık örneği yaşamış ve işitmiştim.


Kuruluş dönemi eğitim bakanlarından Vasfi Çınar’ın meclisteki konuşmasında bizleri düşün insanı, münevverler olarak tanımlaması, protokoldeki konumumuzu öne çıkartan yasal düzenleme, aylık ücretlerimizin hatırı sayılır düzeyde artırılması, bunlardan sadece birkaçıydı.

5 1940-1954 yılları arasında faaliyet göstermiş, 17 Nisan 1940'ta Köy Enstitüleri Yasasıyla köy okullarında görev alacak olan öğretmenleri yetiştirmek üzere kent ve kasabalardan uzak, geniş arazisi bulunan uygun yerlerde kurulmuş olan 21 adet özgün okul. Detaylı bilgi için bakınız: Kirby Berkes, Fay. (1960). The Village Institute Movement of Turkey: An Educational Mobilization for Social Change. Doctorate of Education Thesis at Columbia University. Published in Turkish as Türkiye’de Köy Enstitüleri. 1962. Ankara. İmece Yayınları.


Ayrıca, yeni göreve başlayan öğretmenlere bütün gereksinimlerini karşılayacak ek bir ödeme yapılması, dönemin sınırlı bütçe olanaklarına göre çok önemliydi bizim için. İlgili dönemin eğitim bakanlarından Mustafa Necati’nin her zaman öğretmenin yanında olduğuna ilişkin içten tavrı ve çabası bizleri mutlu ediyor ve cumhuriyet ideolojisi için ne denli önemli olduğumuzu ortaya koyuyordu. Olanaklar ölçüsünde iyi bir takım olabilmemizin gerektirdiği her şey yapılıyordu, maddi ve manevi olarak destekleniyorduk ve hepimiz buna inanıyorduk. Bakan Mustafa Necati’nin öğretmen adayları ve göreve yeni başlayan her öğretmen için öğretmen arkadaş hitabıyla başlayan mektupları hepimize ulaşıyordu. Aynı mektuplar, ilgili illerin valilerine de yazılarak öğretmenler için her türlü olanağın seferber edilmesi isteniyordu.

Yeni devletin üst yönetimi bizi önemsiyor, saygı duyuyor, güveniyor ve koruyordu. Bunu, çalıştığı yerleşim yerindeki yöneticinin halka yaptığı baskılara dayanamayarak karşı çıkan bir arkadaşımızın yaşadıklarından6 daha somut bir şekilde anlamıştık. Kuruluş yıllarındaki sayımız on bin civarındaydı ve yaklaşık olarak sadece dörtte birimiz farklı düzey ve biçimlerde bir öğretmenlik eğitimine sahiptik, geriye kalanlarımızın ise herhangi bir öğretmenlik eğitimi yoktu. Yeni devletin kuruluş döneminin öğretmeni olarak çok şanslıydım. Hem kuruluşa küçük de olsa bir desteğimin olduğunu düşünmem, hem de kuruluş döneminin öğretmen oluşuma yaptığı katkı, sonraki süreçte hiçbir şekilde birlikte olamayacaktı. Tam anlamıyla kamusal bir eğitim kurulmasının amaçlandığı kuruluş dönemi eğitim çalışmaları, yeterli bir deneyime ve geleneğe sahip olmamasına rağmen başarılmıştı. Bütün zorluklarına rağmen mutluydum, eşitlikçi kamusal eğitimin peşinde ve içindeydim. Zamanının ilerisinde olduğu konusunda övgüler alan kuruluş dönemi anayasasında eğitim, bir özgürleşme ve gelişme aracı olarak kabul edilerek eğitim bakanlığının da geleneğin koruyucusu ya da totaliterliğin propaganda aracı olarak değil, modernizmin üreticisi olarak bakılmaktaydı.

 

 

 

 

 


6 İlgili bucak müdürü, arkadaşımızı kaymakama şikâyet eder, kaymakam da halkı kışkırttığı gerekçesiyle şikâyeti valiliğe iletir. Valilik, kendi başına işlem yapmak istemez ve dosyayı içişleri bakanlığına gönderir. İçişleri bakanlığı da eğitim bakanlığından konuya ilişkin görüş ister. Eğitim bakanı Mustafa Necati durumu inceletir ve içişleri bakanlığına; valiniz öğretmenime bir daha böyle haksız davranırsa, onu valilikten almanızı rica ederim, diye yazar. Öğretmene gönderdiği mektupta da hakkınızdaki yazılara verilen yanıt ilişiktedir; ona göre davranmanız gerekir, gözlerinizden öperim, yazmaktadır (İnan,1980).


Güç İlişkileri İçerisinde Savruluş

1950’lere gelindiğinde, din ve laikliğin yeniden çatıştığı bir ortamda öğretmenlik yapıyor buldum kendimi. Oysa cumhuriyetin kuruluş yıllarında çözülmüştü bu sorun. Büyük bir özveri ve kararlılıkla çalışarak bilimsel ve laik eğitimi inşa etmiştik. Meğer cumhuriyet rejimi ve cumhuriyet kazanımlarına karşıtlık, küllendirilerek ötelenmişti. İkinci Dünya Savaşı sonrasının koşullarında sorun yeniden gündeme getirilerek bir çatışma ortamı yaratılıyordu. Toplumsal yaşamın bütün alanlarına -siyasi, hukuki, sosyal, kültürel ve ekonomik- yansıyan bu çatışmada nerede duracağımız sorusu, öğretmenliğimizin önüne geçmişti. Bu ayrışma bizi, laiklik ilkesine dayandırılan modern toplumun gerekli kıldığı nitelikleri benimseyerek yaygınlaştırmaya çalışan örgüt ve gruplar ile dinin etkisiyle şekillenerek kendisini modernizmin etkilerinden uzak tutmaya çalışan örgüt ve grupların arasında seçim yapmaya zorluyordu. Farklı biçim ve düzeyde baskılarla karşılaşıyorduk. Öğretmenler olarak örgütlülüğümüzle güç kazanma düşüncemiz, aynı zamanda ayrışmalara da yol açıyor, parçalanarak zayıflıyorduk. Karşıtlıklarımız derinleştirilerek mevcut çatışmanın içine çekilmiştik. Egemen ideoloji tarafından öğretmenlik yapmamız, yapabilmemiz engelleniyordu. Özellikle bütün varlıklarını cumhuriyet rejiminin kazanımlarına adayarak kuruluş dönemini köy enstitüleriyle taçlandıran dönemin Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, kendilerine yönelik asılsız iddia ve söylencelerle itibarsızlaştırılmak isteniyordu. Onlara yönelen bu saldırı, açık ve örtülü olarak hepimize yönelen bir yıldırmaydı. Bütün devrimci ve aydınlanmacı eğitimcilere gözdağı verilmek isteniyordu. Bakanından, genel müdürüne, öğretmeninden müstahdemine hepimizin ortaya koyduğu aydınlanma azim ve çabası, belli ki birilerini rahatsız etmişti. Çalışma azmimiz, yakın çevremizi dahi ihmal edecek sonuçlar doğurabilmişti. Bunun en somut örneğini, dönemin eğitimcilerinin tamamını betimleyebilecek bir gerçeklik ve duygusallıkla yazılmış Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim7 adlı şiirde görülebilir. Geliştirdikleri özgün


7 Can Yücel tarafından babası Hasan Ali Yücel’e yazılmıştır. Çeviren: Talas S. Halman.

 

Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim

 

Ben hayatta en çok babamı sevdim Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk

Çarpık bacaklarıyla -ha düştü ha düşecek Nasıl koşarsa ardından bir devin

 

O çapkın babamı ben öyle sevdim Bilmezdi ki oturduğumuz semti

Geldi mi de gidici - hep, hep acele işi Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi Atlastan bakardım nereye gitti


bir eğitim örgütü olan enstitülerle eğitim alanyazınında önemli birer düşün ve eylem insanı olmaları gereken Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’u nasıl da yok edebilmişiz, meslek yaşamımdaki en büyük üzüntülerdendir. Öğretmenlik yapamamamız, aydınlanma sürecinin kesintiye uğraması anlamına geliyordu ki tam olarak da bu isteniyordu. Eşitlik, özgürlük, kardeşlik kavramları, her toplumda olduğu gibi bizde de birilerini, özellikle de sömürücü egemenleri -toprak ağaları, gerici din adamları, yeni yeni oluşan sermayedarları ve bunların milletvekili temsilcilerini- tehdit ediyordu. Mücadele etmeliydik, mücadele etmeliydim. Cumhuriyetin öğretmenleri olarak rahatsızlık verdiğimizi, tehlikeli olduğumuzu bilerek sürdürmeliydik çabamızı. Okuyorduk, düşünüyorduk, anlamaya çalışıyorduk, tartışıyorduk.

Açıklama: Açıklama: 13267958_881042922021429_5056783679134585405_n

1970’lerin Türkiye’sindeki Binlerce Köy Okulundan Biri -Trabzon, Yomra, Tepeköy Köyü İlkokulu- 1940’lı yıllarda dünya klasiklerinin Türkçeleştirilmiş olması, bizim için, toplum için çok önemli bir olanak sunuyordu. Sokrates’in savunmasından çok etkilenmiştim ve hepimizin - öğretmenler olarak- aynı işi yaptığımızı ve sonumuzun da aynı olabileceğini düşünerek eylemimi yüceltmiştim.  Birer at sineği  misali toplumu dönüştürmeyi, değiştirmeyi hedefliyorduk. Bunu geride bıraktığımız süreçte de başarmıştık. Sürdürebilmemiz gerekiyordu, bütün engellemelere rağmen. 1960’lı ve 70’li yıllar, öğretmenliğimizin çokça dalgalandığı yıllardı. Dünyadakine paralel gelişerek Türkiye’ye de yansıyan toplumcu 


Öyle öyle ezber ettim gurbeti

 

Sevinçten uçardım hasta oldum mu, Kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul'a

Bi helallaşmak ister elbet, diğ'mi oğluyla! Tifoyken başardım bu aşk oynunu,

Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu,

 

En son teftişine çıkana değin

Koştururken ardından o uçmaktaki devin, Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için Açıldı nefesim, fikrim, canevim

Hayatta ben en çok babamı sevdim (Fergar, 1993).


talepler, bizi de içine almıştı. Toplumsal dönüşüm ve değişimin dinamik bir gücüydük ve etkimizi hissettirmeye başlamıştık. Nasıl yetiştirileceğimiz, nasıl istihdam edileceğimiz, neler yapacağımıza ilişkin temel konularda bizlerin dışındakilerin rahatlıkla karar vermemesi gerektiğine inanıyor, istiyor ve direniyorduk. Önemli kazanımlar da elde etmiştik. Emperyalizme karşı direnç göstererek toplumsal duyarlılığı artırmaya çalışıyorduk.

Açıklama: Açıklama: poster ile ilgili görsel sonucu

Demokratik Eğitim İstemimize İlişkin Eylemlerimizden Biri.

Özellikle bu yıllarda güçlenen öğretmen örgütlülüğü ile barış gönüllüleri8 adı altında ülkemizdeki emperyalist faaliyetlerini en üst düzeye çıkaran Amerika Birleşik Devletlerine karşı önemli bir duruş sergiliyorduk. 1970’li yılların başında, öğretmenlerin bu örgütlü gücünü tehlikeli görenlerce sendikalarımız kapatılarak dayanışmamız zayıflatılmak istenmişti. Bu süreçte hızla sendika örgütlülüğü yerine dernek örgütlenmeleriyle yeniden örgütlenmeye başlamıştık. Ancak, yapay karşıtlıklar üzerinden ayrıştırılarak yakın geçmişteki gücümüz zayıflatılmıştı. Her dönem olduğu gibi bu dönemde de aydınlanma mücadelemizde dayanışma içinde olduğumuz toplum kesimleriyle ağır bedeller ödemiştik. İlhan’ın (1973) Mahur Beste adlı şiirinde belirttiği gibi

bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı

hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı gittiler akşam olmadan ortalık karardı

yoldaşlarımızı, kardeşlerimizi, arkadaşlarımızı, dostlarımızı kaybetmiştik.

 

 

 


8 Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri arasında 1960’larda yapılan anlaşma gereği ABD’den Türkiye’ye gelerek eğitim ve diğer alanlarda çalışma yapanlar. Detaylı bilgi için bakınız: Özbalkan, Müslim. Gizli Belgelerle Barış Gönüllüleri. İstanbul: Ant Yayınları, 1970.


Açıklama: Açıklama: ChUDfgJUYAIAyIv

1 Mayıs 1977 Emekçi Dayanışmamızdan.

 

Neoliberal Dönemde Çözülüş

 

Tüm zorluklarına rağmen 1970’li yıllarda, kamusal eğitimi eşitlikçi bir anlayışla üreterek eğitimin sosyal hareketliliğe katkı yapmasını sürdürebilmiştik. Saygınlığımız görece yüksekti. Ancak 1980’ler ve sonrasında büyük bir yara almıştık. Küresel sermaye, ülkemizi de genişleme planının içine dahil etmişti. İktidar da 24 Ocak 1980 ekonomik istikrar kararları adıyla tarihe geçecek bir dizi karar alarak küresel kapitalizme yaldızlı bir davetiye çıkarmıştı. Bu dönüşüm kararı, bütün toplumsal alanları etkileyerek devletin sosyal niteliğini yok edecekti. Bunun için devlet küçülecek, kamusal hizmetler özelleştirilecek, ülke yabancı sermayeye açılacak gibi sloganlarla etkili bir propaganda yapılıyordu. Bu propagandalar biz öğretmenler üzerinde de etkili olmuş ve bir kısmımızın desteğini almıştı. Ayrışmıştık, yarılmıştık, bölünmüştük. Geçmişteki o güçlü dayanışmamız etkisizleştirilmişti. Ancak bir kısmımız, eğitimin temel bir insan hakkı olduğuna inanarak mücadeleyi yükseltmiştik. Tam da bu sırada, ülke demokrasisi 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle derin bir yara daha almıştı. Ağır bedeller ödeyecektik, büyük bir aydın kıyımı başlatılarak özellikle toplumcu güçler darmadağın edilmişti.

Neoliberalizmin cuntayla kol kola girmesi, ülkede yeni bir iklim yaratmış ve bu iklim kamusal eğitimi savunan biz öğretmenler için yeni bir mücadelenin de başlangıcı olmuştu. Tam olarak egemen ideolojinin ürettiği anaakım eğitimin kıskacına alınmak isteniyorduk. Şöyle durup yapılanları genel olarak değerlendirdiğimde tam anlamıyla bir yabancılaştırmaya maruz kaldığımızı görüyordum. Anlamsız bir yarışma, yarıştırılma sürecinin içerisine sokulmuştum. Eğitim sistemi, yarışmacılık ülküsüne dayandırılmıştı. Öğrencileri biz yarıştırıyorduk, bizi yöneticiler yarıştırıyordu, onları da bakanlık yarıştırıyordu. Bu durum eğitim sisteminde yer alan herkesi gereksiz bir yarışma ve sınav sarmalının içine çekmişti. Okullar bir yaşam alanı olmaktan çıkarılmış, kapitalizmin gereksinim duyduğu nitelik ve nicelikte işgücü yetiştirilen kamplara dönüştürülmüştü. Öğrencinin özgürlük ve özgünlüğünün desteklendiği ortam ve koşullar anlamsızlaştırılmıştı. Kapitalist ideolojinin toplumu tanımlamakta kullandığı düzenli işleyen makine metaforu tam olarak benimsenmiş ve herkesten bu makineye uyumlu yeterlikler kazanması isteniyordu. Dayanışma, işbirliği, paylaşım gibi duygular geri plana atılarak, kazanmak, hemen kazanmak, ulaşmak, elde etmek, önde olmak, birinci olmak yaklaşımıyla eğitimde büyük bir eleme, dışlama ve ayrımcılık bataklığına sürükleniyorduk. Bu egemen yarışmacı eğitim anlayışı, sevgi ve saygıyı üretip yaşayacağımız ortamlar olması gereken okul ve derslikleri daha çok düşmanlıkların öğrenildiği yerlere dönüştürüyordu. Her türlü dış denetim mekanizmasıyla farklı biçimlerde izlendiğimi fark ediyordum. Öğretme özgürlüğüm yok ediliyordu. Öğretimi değerlendirme olanağım, merkezi sınav uygulamalarıyla elimden alınıyordu. Öğretmenlik bir kariyer mesleğine dönüştürülerek, uydurulan kariyer basamaklarında yükselmeye zorlanıyordum. Farklı biçimlerde mobbinge maruz kalıyordum. Her defasında performansımı yükseltmem isteniyordu. Girdi, işlemler ve çıktı sürecine indirgenen eğitim sisteminde, salt ekonomik verimlilik sağlamak adına belirlenen ve insani olmayan bir takım standartlara ulaşmamız bekleniyordu. Yoğun bir strese sürüklenmiş ve yüksek düzeyde mesleki tükenmişlik duygusu yaşıyordum. Güvencesiz çalışmaya zorlanıyordum. Her geçen gün yoksullaşıyordum. Yetkinliğim görmezden gelinerek vasıfsızlandırılıyordum. Özel ders vermeye, dershane9ci olmaya zorlanıyordum. Örgütlülüğüm engelleniyor ve yalnızlaştırılıyordum. Her koşulda sınav yapmam ve kurulan sınav endüstrisinin bir parçası olmam isteniyordu. Standart testlerle öğrencilerimi ayrıştırmam, elemem, dışlamam, eğitim haklarını engellemem talep ediliyordu. Oysa ben standart testlerle yapılan seçme, eleme sınavlarının salt bir teknik uygulama olmadığını, anaakım eğitim kültürünün de taşıyıcısı olduklarını biliyordum. Bütün sınavların, insanlık onura açık bir saldırı olduğunu düşünüyordum. Her halimden anlıyordum, etkili bir projeye maruz bırakılıyordum ve dönüştürülüyordum. Bütün göstergeler açık bir şekilde buna işaret ediyordu.

Milenyumda Direniş

 


Herkes gibi ben de küresel kapitalizm önlenemez yükselişiyle karşıladım 2000’li yılları. Uğruna zorlu savaşımlar verdiğimiz eşitlikçi kamusal eğitimin, avuçlarımızdan hızla eriyip gittiğine tanıklık ediyorduk. Daha çok entegre edilmiştik, uluslararasılaştırılmıştık,

9 Öğrenci ve mezunları başarılı olmak istedikleri derslerde yetiştirmek ve bilgi düzeylerini yükseltmek, bir üst okulun giriş sınavlarına hazırlamak, kamu veya özel kuruluşlarca yapılacak olan sınavlara hazırlamak amacıyla kurulan ve piyasa ilişkilerine dayalı olarak faaliyet gösteren ticari kuruluşlar -işletmeler-. Detaylı bilgi için bakınız: Ural, Ayhan. "The Dershane Business in Turkey." In Neoliberal Transformation of Education in Turkey, pp. 151-163. Palgrave Macmillan US, 2012.


teknolojikleştirilmiştik, piyasalaştırılmıştık. Eğitim alanı hızla özelleştiriliyordu. İçinde her kim ve her ne varsa metalaştırılıyordu artık. Pedagojiden, matematikten, fenden, felsefeden, mantıktan, psikolojiden, sosyolojiden, antropolojiden hepsinden uzaklaştırılıyorduk. Okul ortamlarımız, öğretim programlarımız, yöneticilerimiz ve bizler baştan aşağıya muhafazakârlaştırılıyorduk, dinselleştiriliyorduk.

Açıklama: Açıklama: Ankara Kızılay'da olaylar çıktı 23 Kasım

 

Demokratik, Lâik, Bilimsel ve Kamusal Eğitim Direnişimiz.

 

Eğitim bakanlığı ve okullar, işletme yönetimi ilkelerine göre yapılandırılarak, kârlılık, verimlilik, performans, müşteri, paydaş gibi kavramlarla değerlendiriliyorduk. Demokratik haklarımız gereği düşüncelerimizi belirttiğimiz her ortamda biber gazıyla gazlanıyorduk, sıvılaştırılmış biber gazı karıştırılmış tazyikli suyla sulanıyorduk, susturuluyorduk, tutuklanıyorduk, güvencesizleştiriliyorduk, itibarsızlaştırılıyorduk. İstihdam politikaları ve çalışma koşullarına yönelik eleştirilerimizi yapmak amaçlı eylemlerimiz, cami önünde yemlenmek isteyen güvercinlere benzetilerek aşağılanıyorduk. Yoksulluk sınırı ve açlık sınırının altında kalan ücretlerle sözleşmeli ve ücretli öğretmen statüsünde çalıştırılıyorduk. Dershane, etüt merkezi, özel ders, haftasonu kursu ve özel okul10larda çalışmaya zorlanıyorduk. Mental aritmetik eğitimi gibi gereksiz birçok sertifika programına yönlendiriliyorduk. Okul yaşında olmayan çocukların okula alınmasına ses çıkaramıyorduk. Değerler eğitimi adı altında din eğitimi yapılmasına ses çıkaramıyorduk. Karma eğitime yönelen saldırıya karşı çıkamıyorduk. Bütüncül -kesintisiz- bir temel eğitim ile güvence altına alınan coşkulu çocukluk dönemi, hiçbir bilimsel dayağı olmadan paramparça edilerek her türlü çocuk istismarına -ekonomik, kültürel, dinsel, cinsel ve benzeri- davetiye çıkarılıyordu, görüyorduk. İktidarla yakın ilişki içindeki sivil toplum örgütleri -sendika, vakıf, dernek ve


10 Liberalizmin eğitimi piyasalaştırma aracı olan ticari okulu saklamak amacıyla kamusal eğitim alanına sokulan bir Truva Atı. Detaylı bilgi için bakınız: Ural, Ayhan. Özel Okul: Kamusal Eğitim Alanına Sokulan Truva Atı. Eleştirel Pedagoji. 45(55). 2016.


benzeri- kamusal, bilimsel, demokratik, laik, eleştirel eğitimi ortadan kaldırmaya yönelik girişimlerde bulunuyordu, biliyorduk. Eğitim piyasalaştırıldığı kadar dinsel grupların - cemaatlerin- da rahatlıkla üye ve sempatizan devşirdikleri bir alana dönüştürülüyordu, görüyorduk. Eğitim üzerinden güçlenen dinsel gruplar, uyumlu koalisyon ilişkisi içerisinde  bir yandan iktidarın süreklilik gereksinimini karşılıyor diğer yandan da ülkeyi uluslararası emperyalizmin parçalama projesine yaklaştırıyordu, anlıyorduk. Bu hazin sürece tanıklık etmek, ülkenin kuruluşundan bugününe tanıklık eden benim gibi öğretmenleri kahrediyordu, inciniyorduk. Özgür, eşit ve dayanışma içinde bir yaşam için direnişimizi yükseltmeliydik, bunun gereklerini yapmalıydık. Sayımız belki azdı ancak, korkmuyorduk, korkmayacaktık, yılmıyorduk, yılmayacaktık. Teslim olmuyor, direniyorduk.

Açıklama: Açıklama: 1956511517996

 

Meslek Onurumuz İçin Ayaktaydık.

 

Sonuç yerine

 

Öğretme özgürlüğümüzü ortadan kaldıran adımlar karşısında bir direnç gösteremiyorduk. Öğretim programı, materyali, yöntemi hakkındaki karar sürecinin dışında bırakılıyorduk, neyi, nasıl öğreteceğimize pedagojik yeterliklere sahip olmayanlar karar veriyordu. Basitti belki ama direniyorduk. Direnen öğretmenler olarak ülke içinde, Eleştirel Pedagoji çevresi olarak adlandırılan bir dayanışma grubundan ve uluslararası düzeyde de Eleştirel Eğitim çevresinden büyük bir güç alıyorduk. Dünyanın değişik coğrafyalarındaki -Şili, Polonya, Macaristan, Meksika, İngiltere gibi- kamusal eğitim mücadelelerinden ilham alarak benzer bir mücadele veriyorduk.


Açıklama: Açıklama: fft64_mf1799816

 

Direniyoruz.

 

Şimdilerde, çok beğendiğim bir şarkının bişey yapmalı11 şeklindeki nakaratı dolanmış dilime. Evet, bir şey yapmalıydım. Yeterli bir deneyime de sahiptim artık. Bütün bu dönüştürme


11 Bişey Yapmalı

 

Derin uykudaydım 

Sesine uyandım 

Ter içinde kaldım 

Uyku tutmadı

 

Yolun ortasında 

Henüz onaltısında Vuruyorlar oysa

Bişey yapmadı.

 

Sanki onlar hancı 

Halkına yabancı

Biz ise kiracıyız da 

Evden atmalı.

 

Birisi oy peşinde 

Öteki rant işinde 

Kıyamet değilse bile 

Bişey kopmalı.

 

Bişey yapmalı hey 

Bişey yapmalı hey 

Bişey yapmalı hey

 

Herkesin fikrince Farkımız çok ince Yutmaya gelince

Demir lokmayı

 

Hileli terazi

Han hamam arazi 

Konuşanı

Asi deyip içeri tıkmalı.


çabaları ve baskılar karşısında durdum ve şöyle bir değerlendirme yaptım, öğretmenliğimle ilgili olarak. Daha önce çokça yeminler etmiştik mesleğimizle ilgili, ettirilmiştik daha doğrusu. Bu kez öyle bir yemin etmeliydim ki dönmemek, bozmamak üzere yapmalıydım bunu. Hepsinden farklı olarak bu sözü kendime vermeliydim ve öyle de yaptım. Öğretmenlik yaparken; çocuğun yüksek yararını gözeteceğime, iyi eğitimin12 olanaksız olduğu ortam ve koşullarda öğretmeyeceğime, herhangi bir kişi veya grubun işime müdahalesini reddedeceğime, çocuk gönencini yükseltmek için çalışacağıma söz vermiştim. İnsanlığın öğretmeni olabilmenin olanaklı olduğuna inanarak yapmıştım bu yemini. İlham verecek çok sayıda örnek vardı ortak geçmişimizde. Bireyin özgür, eşit ve dayanışma içerisinde yaşayabilmesi için açık ve örtülü bir mücadele olarak tanımladığım öğretmenliğimi, Sokrates’in suçlandığı eylemle eş tutmuş ve O’nun savunmasını kendi savunmam olarak içselleştirmiştim. Derslikteki sobayı yakmaya çalışırken yanan öğrencilerini kurtarabilmek için yanarak yaşamlarını kaybeden Burçin ve Aysun öğretmenlerin (Milliyet, 2003). aydınlanma tutkularına sahiptim.


Yaptığım işe ilişkin düşündüğüm bir şey daha var ki bunu ilk defa söyleyecektim. Öğretmenliği, kardanadam yapmak olarak görüyordum. Bilirsin ya yaptığının gerçek olmadığını, bilirsin ya senin yaptığın gibi hiçbir adam -insan- olmadığını, bilirsin ya sen yapmaya çalıştığını aslında senin dışındaki koşulların yaptığını, bilirsin ya senin yapmaya çalıştığının kendi doğasına döneceğini -eriyeceğini-, bilirsin ya onu yapmanın ne denli eğlenceli olduğunu, her defasında eğlenildiğini. O denli çok etik ikilemde kalıyorum ki bütün bu düşünceleri duyumsarken, yaşarken, uygularken. Ancak, öğretmenlere yöneltilen şu

Faili meçhuller 

Çöple beslenenler

Çalıp duran ziller Uyandırmalı

 

Yolun ortasında 

Henüz onaltısında

İnsan insanım diyorsa 

Bişey yapmalı

 

Bişey yapmalı hey 

Bişey yapmalı hey 

Bişey yapmalı hey

 

(Moğollar, 1996).

 

12 Bireyin insanlık onuruna yaraşır bir yaşam sürmesi için gerekli temel yeterlikleri kazanabileceği; erişime açık, laik ve bilimsel içerikli, güvenli ve sağlıklı bir ortamda, demokratik bir işleyişe sahip kamusal örgün temel eğitim olanağı. Detaylı bilgi için bakınız: Ural, Ayhan. "Good elementary education." Procedia-Social and Behavioral Sciences 1, no. 1 (2009): 1249-1254.


önemli uyarıya da -profesyonel kişiler olma yolundaki öğretmenler, her biri öncelik kazanmak için diğeri ile çelişen ve diğerine karşı tezler ileri süren çok sayıda kültürel, mesleki ve siyasal buyrukla karşılaşırlar. Bu yüzden de belli bir durumda ne yapmaları gerektiğini düşünmek için zaman bulamazlar. Zaten düşünmeye zaman bulsalar bile başvurabilecekleri nesnel etik ya da haklılık standartları yok gibidir. Bu nedenle öğretmenler, öğrettikleri konularda ya da etik davranışta nesnel standartların olsa olsa tarihsel birer kurgu olduğuna inanabilir ve bu inançtan hareketle herkese üzerinde tartışılarak çözüme ulaştırılamayacak, kendine ait bir dizi etik değer benimseme olanağı veren bir göreliğe kayabilirler (Haynes, 2002)- hak vermiyor değilim ve bunu da öğretmenlik paradoksu13 olarak değerlendiriyorum.

Açıklama: Açıklama: geziakmpankart

Kendimi, mesleğimi, öğretmenliğimi, oluş, savruluş, çözülüş ve direniş olarak adlandırdığım dönemler halinde açıklamaya çalıştığım bu özyaşam öykümde, içinde yaşadığım zamandan, ortamdan da bahsetmeye çalıştım. Sadece benim olmayan özlemlerimi, gerçekliklerimi, umutlarımı, arayışlarımı, çabalarımı koydum ortaya. Sonunda anladım ki bunların hepsi insanlığın ortak özgürlük, eşitlik ve dayanışma arayışıydı ve bunları yine her zaman ve her ortamda arayıp duracağız insanlık olarak.

Yaşanılabilir Bir Dünya İçin Mücadelemiz Devam Ediyor.

 

 

 

 

 

 


13 Öğretmenin kimin öğretmeni -devlet, aile ve öğrenci- olduğu kararı. Daha fazla bilgi için bakınız. Ural, Ayhan. “Öğretmenlik Paradoksu”. Editör: M. Durdu Karslı. Öğretmenlik Mesleğine Giriş. ss.57-79. Ankara: Pegem A Yayıncılık.2003.


 

Kaynakça

 

Fergar, Feyyaz Kayacan. The Poetry of Can Yücel A Selection. Edited, translated and introduced by Feyyaz Kayacan Fergar, Papirüs Yayınları, 1993.

Haynes, Felicity. Eğitimde Etik. Çeviri: Semra Kunt Akbaş. İstanbul. Ayrıntı Yayınları, 2002. İlhan, Attila. Tutuklunun Günlüğü. Ankara. Bilgi Yayınevi, 1973.

İnan, M. Rauf. Mustafa Necati. İstanbul. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1980. Milliyet Gazetesi. Aysun Öğretmen Kurtarılamadı. 30 Aralık. s.4. İstanbul. 2003.

Moğollar. Bişey Yapmalı, Söz: Turgut Berkes. Müzik: Cahit Berkay. Dört Renk Albümü. Emre Grafson Müzik. İstanbul. 1996.

Okul Sistemleri ve Okulların Kademelendirilmesi Üzerine Düşünceler

* Ural, Ayhan (2023). Okul Sistemleri ve Okulların Kademelendirilmesi Üzerine Düşünceler. Eleştirel Pedagoji Dergisi. Sayı: 74 . http://www....