Ural, Ayhan. (2022). Eğitimde Tahribat ve Umut. Bilim ve
Sosyalizm. Eylül Sayısı. https://bilimvesosyalizm.com/egitimde-tahribat-ve-umut/
Eğitim politikalarını,
toplumların uzak hedeflerine ulaşmak için kullandıkları temel bir araç olarak
biliriz. Bu bilgiden hareketle de eğitim politikalarının belirlenmesinin,
uygulanmasının ve analizinin eğitim politikası biliminin ortaya
koymuş olduğu bilimsel bilgi ve yöntemlerle yapılmasını bekleriz. Ancak hiç de
umduğumuz gibi yürümez işler. Eğitim politikası biliminin görece yeni bir
çalışma alanı olması ve Türkiye’de de tam olarak benimsenmemesini gerekçe
gösterip eğitim politikalarının alan dışı ilgisiz/yetersiz kişiler tarafından geliştirilmesine
razı oluruz. Çoğu zaman bu durum, eğitim politikalarının açık ve/veya örtülü
bir felsefe, ideoloji ve politikanın ürünü olduğunu gerçeğini perdeler ve
hiçbir şey yokmuş gibi davranmamıza neden olur. Biz öyle davranmayacağız ve “Hiçbir şey olmasa
bile kesinlikle bir şey oldu!” -ki biz fark
ettik- önermesinden hareket edeceğiz. Bu denemeyle son 20 yıllık
dönemdeki bazı eğitim politikalarının dayandırıldığı tarihsel, politik,
ideolojik ve felsefi arka planı anlamaya çalışıyoruz.
Bu son yirmi yıllık dönemde,
eğitin politikalarına öyle köklü müdahaleler oldu ki fark etmemek ne mümkün.
Örneğin, eğitim sisteminin yönetim biçimine müdahale, eğitimin piyasalaştırılması,
öğretim programlarına müdahale, öğretmenlik mesleğinin dönüştürülmesi gibi
uygulamalar ve diğerleri. Hepsi, ayrı ayrı ve uzun uzun ele alınabilecek
nitelikte. Belki de ele alınmış, sorgulanmış, çözümlenmiş, tartışılmış,
değerlendirilmiştir. Olsun, biz deneyelim yine de küçük bir kısmana değinmiş
olalım.
Toplumsal olgu ve
olayların belli bir döneme ait olarak tanımlaması ve yorumlanması sorunlu bir
yaklaşım olur. Buna özen göstererek, ilgili dönemin eğitim politikalarına yön
veren seçtiğimiz bazı uygulamaları, tarihselliği ve ilişkiselliğini göz ardı etmeden
çözümlemek gerekir. Her bir uygulamanın 2002 öncesi döneme ait bir oluşum ve gelişim
süreci var. Bu bağ ve ilişki göz ardı edilmemeli. Dahası, çözümlemeye tabi
tuttuğumuz her bir eğitim politikası uygulamasının genel kamu politikalarıyla
ilişkisini de dikkate almalıyız. Bu yaklaşımla ele aldığımızda şu yargıyı
rahatlıkla ifade edebiliriz: Dünyada 1980’lerde belirginleşen ve Türkiye’yi de
içine alan neoliberal yönelim, iddia ettiği gibi ülkeyi küresel pazara açmış,
sosyal devleti küçültmüş, üretim ilişkilerini emek cephesinin aleyhine yeniden
düzenlemiş, eğitim politikaları ve eğitim sistemleri üzerinde etkili olmuştur.
Ayrıca bu dönem, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin, toplumsal yaşam
-politik, ekonomik, sosyal, kültürel- üzerindeki yoğun etkisinin olduğu dönemdi.
Şimdi, değerlendirmeye tabi tuttuğumuz eğitim politikalarının böyle bir zemin
üzerine inşa edildiğini bilerek, seçtiğimiz uygulamaları kısa kısa ele almaya
çalışalım.
Eğitim sisteminin
yönetim biçimine müdahale
Türkiye’de, kamu
yönetimi sisteminin bütününe egemen olan merkezi
yönetim anlayışının uygulandığını biliyoruz. Bu anlayış, ilgili dönemdeki
farklı müdahalelerle yerinden yönetim
anlayışına dönüştürülmek isteniyor. Dönemin iktidarı yerel yönetim reformu adı altında gündeme getirdiği bir dizi değişiklik
ile eğitim sisteminin yönetimi de değiştiriyor. Bütün bu değişiklikler için de kamu
yönetiminin etkinleştirilmesi ve demokratikleştirilmesi gerekçe
gösteriliyor. Tutturuluyor -benimsettiriliyor- da bu söylem ve değişiklikler.
Önemli bir toplumsal destek sağlandığı savlanıyor ve gerekli mevzuat
değiştiriliyor. Nedendir bilinmez, ikinci cumhuriyetçisini, liberalini, liberal
solcusunu, siyasal ve radikal dincisini, ayrılıkçı ve bölücüsünü uzlaştırıyor
bu girişim.
Ancak, beklemedikleri
bir gelişme yaşanıyor ve konuya ilişkin yapılan çeşitli yasal düzenlemeler, anayasa
mahkemesinin üniter devlet ve idarenin bütünlüğü ilkelerine aykırı
bulunarak iptal ediliyor. Doğaldır ki merkezî ve yerinden yönetim sistemlerinin
üstünlük ve sınırlıkları mevcuttur ve tartışılabilir. Ancak, bu karşılaştırma
ve tartışmaları, durumsallık ve/veya koşul bağımlı yaklaşım gereği yapmalıyız.
Anayasal yargı da tam bunu yaparak değerlendiriyor durumu. Yüksek mahkeme Türkiye
özelinde ve o günkü koşullarda, eğitim sisteminin yönetiminin
yerelleştirilmesinin yaratacağı sonuçları, devletin varlığını tehdit eder
nitelikte değerlendiriyor. Bu yönelimin iptal gerekçelerini ve ilgili dönemdeki
tartışmaları ayrıntılı olarak incelendiğimizde, uygulama ile Cumhuriyet’in
yaşatılması için yaşamsal önceliği olan ilkelerin yok edilerek devletin/Cumhuriyet’in
tehdit edildiği savını, açık bir şekilde görebiliriz. Bu süreci
deneyimleyenlerimiz kadar fiilen savunma sürecinde yer alanlarımız da var
aramızda diye düşünüyorum ve onlara teşekkürlerimi sunuyorum.
Eğitimin
piyasalaştırılması
1980’ler ve 1990’lar, ne
çok neoliberal ideolojinin tahakkümünü yaşadığımız yıllardı. Bu dönemde, Dünya
Ticaret Örgütü, birçok hizmet alanıyla birlikte eğitimi de Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması’nın
içerisine sokuyordu. Böylece eğitim hizmetleri -eğitim alanı- de piyasaya
eklemlenmesi için herhangi bir engel kalmamıştı. Eğitimin piyasalaştırılmasının
yolunu açan bu antlaşmaların eğitim politikalarına yansıtılması, aynı yıllarda
Türkiye’de de gözlemleniyordu. Ancak, 2000’li yıllarda bunun çok daha etkili ve
sistematik bir şekilde uygulandığını gördük. İlgili dönemde devletin, bireyin
ve toplumun eğitim gereksinimini karşılama görev ve sorumluluğu terk ediliyor, eğitim
hak olmaktan çıkarılıyor ve hızla metalaştırılıyordu. Eğitim piyasa
mekanizmasına terk edilerek, girişimcilere -sermayeye- yeni bir ekonomik alan
yaratılıyordu.
Büyük bir emek sömürüsü
gerçekleşiyordu bu yeni işkolunda. Eğitim emekçileri, güvencesiz ve açlık
sınırının altında çalıştırılıyor, öğretmenliğin saygınlığı yerlerde
süründürülüyordu. Eşitlik ilkesini tamamen ortadan kaldıran bu uygulama ile
toplumsal sınıflar arasındaki eşitsizlikler daha da derinleşiyordu. 2002-2022
döneminde farklı biçimlerde uygulanan eğitimin ticarileştirilmesi ve eğitimin
özelleştirilmesi politikalarıyla Türkiye’de de kapitalist eğitimin, toplumsal
sınıflar arasındaki eşitsizliği yeniden üretme ve sürdürme işlevi yoğun bir
şekilde hissediliyordu. Eğitimin, meritokratik -liyakatı temel alan yönetim-
bir anlayışla tanımlanması sonucu, özgürleşme/özgürleştirme işlevi, piyasanın
gereksinim duyduğu becerileri kazanma/kazandırma -meslek edinme- işlevine
dönüştürülerek alt toplumsal sınıf için tek seçenek olarak dayatılıyordu. Toplumcu
eğitim anlayışının, dayanışma, bölüşüm, paylaşım, iş birliği gibi temel
değerleri, yerini eğitimin piyasalaştırılmasıyla bireysel gelişim, kariyer,
başarı, rekabet, hazcılık, bencillik gibi değerlere bırakıyordu. Küreselleşmeye
koşut geliştirilen eğitimin piyasalaştırılmasına, çevre ülkelerden merkez
ülkelere kaynak aktarma işlevi yüklenmiş ve ne yazık ki başarılmıştı. Söz
konusu dönemde türeyen ve sistemin merkezine oturtulan ticari okullara -özel
okul- merkezi bütçeden kaynak aktarılmasıyla devlet okulları görece
zayıflatılmış ve toplumsal sınıflar arasındaki mevcut eşitsizlikler
artırılmıştı.
Öğretim programlarına
müdahale
Öğretim programını, eğitim
sisteminin önemli bileşenlerinden biri olarak kabul ediyoruz. Öğretim programı
ile kime, neyi, niçin, nasıl, nerede, ne zaman, kimler aracılığı ile
öğreteceğimiz gibi yaşamsal konuları kapsayan bir planlama yaparız. Bu ve
benzeri soruları yanıtlayarak sürece ilişkin bir karara varırız. Bu sürecin,
nasıl bir insan yetiştirileceği tartışmasının merkezinde yer aldığını da
biliriz. Yine biliriz ki; eğitim kurumunun toplumla olan ilişkisi veya eğitimin
toplumu etkileyişi ve/veya toplumdan etkilenişi, öğretim programını eğitim
sistemi içiresinde önemli kılar.
Öğretim programını
kontrol etmek -yönetmek-, eğitim sistemini kontrol etmek anlamına gelir. Bu
genel ve yalın bilgi, bütün iktidarlar için eğitim sistemine müdahalelerine
dayanak oluşturur. Öğretim programı, “Nasıl bir insan, nasıl bir toplum?” soru
ve yanıtları ile iktidarların eğitim sistemiyle de sınırlı olmayan toplum
tasarımlarını somutlaştırır. Öğretim programlarının oluşturulma, geliştirilme, değiştirilme
ve dönüştürülmesi, özünde karmaşık, zor ve sorunlu bir süreçtir. Bu süreci, bilimsel
ve demokratik bir anlayışa dayandıran toplumlarda süreç görece sorunsuz işler.
Tersi bir anlayışa sahip yönetimlerde ise sürecin sorunlu gerçekleştirilmesi
kadar istismarı da söz konusu olabilmektedir.
Türkiye, öğretim
programları alanında önemli sayılabilecek bilimsel bir deneyim ve birikime
sahip bir ülke. Ancak, ilgili dönemde gerçekleştirilen değişiklikler daha çok
politik aktörlerin bilim dışı müdahalelerine terk edildiğini görebiliyoruz. Böylece,
Türkiye’yi çağdaşlaşma yürüyüşünden uzaklaştırma hedefi, maalesef başarılmış
oluyor. 2002-2022 döneminde farklı şekillerde gerçekleştirilen ve özellikle
temel eğitimin öğretim programlanın değiştirilmesi sürecinde, merkez ülkelerin
istem ve dayatmaları da etkili oluyor. Bu gerçek, maalesef politik, entelektüel
ve akademik çevrelerde birkaç istisnası dışında tartışılmıyor bile.
İlgili dönemdeki
program değişiklikleri özelinde yapılan çok sayıda akademik çalışmanın hiçbiri,
konuyu eleştirel politika analizi yöntemiyle ele almıyor. Olgunun politik,
ideolojik ve felsefi arka planına bakılmıyor. Oysa konu, Türkiye eğitim sistemine
açık bir müdahale olmanın ötesinde, toplum tasarımını -toplumun geleceğini-
etkileyen güçlü bir neden olarak değerlendirilmeli, bütün kesimlerce/taraflarca
ortak geleceğe müdahale olarak görülmeli ve tartışılmalıydı. Ne yazık ki neoliberal
ideolojinin küreselleşme/küreselleştirme projesinin sonucu olarak, merkez
ülkelerin -ve onların kurduğu uluslararası iş birliği örgütlerinin-, çevre
ülkelerin eğitim sistemlerine müdahalesi, Türkiye’deki politik, entelektüel ve
akademik iş birlikçilerince bulunmaz fırsat olarak değerlendiriliyor. Hiçbir
sorun yokmuş, hiçbir şey olmamış gibi davranabiliyorlar. İlgili dönemdeki,
öğretim programlarının dönüştürülmesinin ideolojik dayanağı, döneme damgasını
vuran neolibealizm, neomuhafazakârlık ve neofaşizmin bireşimi olan bir ideoloji.
Bunu görmek, tanımlamak bir maharet değil, bunu önlemek, engellemek, toplumcu
bir ideolojiyi hâkim kılmak bütün mesele. İlgili dönemde öğretim programlarına
ilişkin yapılan düzenlemeler ile temel yaşam becerilerinin desteklenmesini esas
alan temel eğitimin -k12- öğretim programları, meslek yönelimli ve dinsel
yönelimli bir anlayışla düzenlenerek, öğretim programının görece bilimsel,
lâik, özgürlükçü, toplumcu, demokratik, eşitlikçi, sosyal, kültürel niteliği
zayıflatılmış, hatta yok edilmiştir.
Sonuç
Türkiye’nin kuruluş
sürecine baktığımızda öne çıkarılan çağdaşlaşma yöneliminin ve bu yönelimden
üretilen devrimlerin, eğitim ile güçlü bir ilişkisi olduğunu görebiliyoruz. Bu
süreçte, ulusal eğitim politikalarının belirlenmesi ve uygulanmasında eğitimin
evrensel ilkelerinden ve eğitim uzmanlarından yararlanıldığını da biliyoruz.
Cumhuriyetin ilk yıllarında, insanlığın ortak üretimi olan çağdaş yaşamın,
bütün yurttaşlara sunulması gayretiyle eğitim politikaları geliştirildiğine ve
uygulandığına tanık oluyoruz. Ancak bu çaba değişik nedenlere bağlı olarak
günümüze kadar getirilememiştir. Özellikle 1940’ların sonuna doğru genç
cumhuriyetin toplumsal politikalarına yönelen dış müdahaleler, eğitim
politikalarına da yansıyor ve etkili oluyor. Amerika, yenidünya düzenin olarak
tanımlanan bu süreçte baskın bir rol üstleniyor ve çevre ülkelere örtülü müdahalelerde
bulunabiliyor. Yakın bir geçmişte, emperyalizme karşı örnek bir mücadele ve tam
bağımsızlık ülküsü ile kurulan Türkiye de bu etki alanında kalıyor maalesef.
1940’lı yılların sonuna
kadarki eğitim politikalarını, millî eğitim, bilimsel eğitim, lâik eğitim,
demokratik eğitim ilkelerine dayandıran Türkiye, yeniden kapitalist ideolojinin
emperyalist müdahalesine maruz kalarak bu ilkelerden hızla uzaklaştırılıyor.
Önemli bir mücadele alanına dönüşen bu süreç 2000’li yıllara değin inişli
çıkışlı bir seyir izliyor. Bu dönemde Avrupa Birliği yeni bir aktör olarak
sürece dahil oluyor ve uygunlaştırdığı/uyumlaştırdığı işbirlikçileriyle
Türkiye’nin eğitim sistemi üzerinde söz sahibi oluyor. Türkiye’nin bu tehlikeli
sarmaldan çıkışı için güvenceli bir eğitim hakkını, ulusal, bilimsel, lâik,
demokratik bir eğitim sistemini yeniden kurarak yaşatacak toplumcu eğitim
politikalarına gereksinimiz var. Bu gereksinimimizin karşılanması için hepimizin
-bütün yurttaşların- politik, entelektüel ve akademik katkı ve destek sunmamız gerekiyor.
Ancak bu yolla, bütün yurttaşların, geçmişe, bugüne ve geleceğe cesaretle
bakmalarını destekleyecek bir eğitim sistemine ulaşma olanağınız doğabilir. Ayrımcılıktan,
eşitsizlikten, korkudan, tehditten, baskıdan, şiddetten arındırılmış bir yaşam,
etkili eğitim politikaları ile kurulabilecektir. Eşitlik, özgürlük ve
kardeşliğin egemen olduğu bir toplumu/dünyayı kurabiliriz, inanıyorum.
Dayanışmayla.
Ayhan Ural, urala@gazi.edu.tr
Ankara,
Ağustos 2022
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder